Suriye hapishanelerinde tutulan ve cinsel saldırılar dahil her tür işkenceye maruz bırakılan 417’si kız çocuğu 6 bin 736 kadından ve onların sessiz çığlığını dünyaya duyurmak için harekete geçen Vicdan Konvoyundan dün bahsetmiştik.
Amaç, öncelik kız çocuklarında olmak üzere kadınları Esed’in elinden kurtarmak. Bunun için gayet rasyonel bir eylem planları var. Rejimin sırf muhaliflerin direncini kırmak için eşlerine, kızlarına, annelerine işkence ettiği, tecavüz ettirdiği bu kadınları dünyanın meselesi, insanlığın derdi haline getirecekler.
Türkiye’de hala utanmadan Esed rejimini savunan ve bizi bu katil ve tecavüzcü diktatöre mecburmuşuz gibi göstermeye çalışanlar tavana kadar hoplayabilir: Esed başta olmak üzere, bu savaş ve insanlık suçunu işleyen rejim yetkililerini uluslararası mahkemelerde yargılatıp ceza almalarını sağlayacaklar.
Lakin iş orada bitmiyor. Esareti sonlandırmak ne yazık ki o kadınları hayata döndürmeye yetmiyor. Zira her biri ağır fiziki hasarın yanı sıra çok daha ağır bir travmayla boğuşuyor.
O yüzden onları hayata döndürebilmek ve yüklerini hafifletebilmek için şimdiden hazırlanmamız gerek.
Aslında sadece Suriyeli kız kardeşlerimizle sınırlı bir hazırlık da olmaz bu. Türkiye’de de var ne yazık ki cinsel saldırılara maruz kalanlar. Sapıkları nasıl cezalandıracağımız üzerine uzun uzun konuşuyoruz ama nedense o saldırının mağduru olan ve yaşadığı şiddetin artçılarıyla ömür boyu mücadele eden kadınları hatta çocukları nasıl iyileştireceğimizi konuşmuyoruz. Ama artık konuşalım. Organize olalım, bilinçli olalım ve onları yarı ölü gibi, sanki suçlu, kusurluymuş gibi hissetmekten kurtaralım. Onları mutlaka hayata döndürelim.
Vicdan Konvoyu Koordinatörü avukat Gülden Sönmez’in dikkat çektiği ilk şey dilimizi düzeltmek. Tecavüz mağdurları için asla ve kat’a “kirli, kirlendi, kirletildi” gibi kelimeler kullanmamak gerekiyor. Çünkü onlar “tertemizler, herkes gibiler”.
Tecavüz sonrası yaşanan travmalarla ilgili okuduğum makaleler, mağdurlarda birkaç şeyin mutlaka görüldüğünü söylüyor.
Buna göre kişi öz-saygı yitimi yaşıyor. Kendini sevmemeye başlıyor. Kendini suçlu, kirli, kötü hissediyor. Ölmek istiyor. Bunu deniyor da. İçe kapanıyor ama iç benliğinde de büyük bir sarsıntı yaşadığı için ne kendi içinde ne dış dünyayla iletişimi eskisi gibi oluyor.
Mağduru en fazla sarsan durumlardan biri de eş, aile, çevre ile ilişkilerinin geri döndürülemez şekilde yıkıma uğraması. Yıkımın şiddetini ve ölçeğini belirleyen şey ise çevresinin ona nasıl baktığı, nasıl yaklaştığı.
İşte burada topluma düşen görev büyük: Zaten yaralı olan kardeşlerimizi asla işaretlememek, etiketlememek gerek. Kendisine yardım edeceklerin de bunu olabildiğince örtülü yapması şart.
Suriyeli insan hakları aktivisti Yasmen Halid rejimin sistematik tecavüzüne uğrayan kadınları en fazla yaralayan şeyin aileden ve çevreden geldiğini vurguluyor. Büyük üzüntü duyulsa da kocaların eşlerini boşadığını, çocuklarının annelerini bir daha görmek istemediğini anlatıyor. Çünkü tecavüze uğrayan kişinin artık “temiz” olmadığına dair inancın toplumda yaygın olduğunu, bu nedenle kadınlar bunu yaşamış olsa da söylemek istemediğini, yine de o gözle görülmekten kurtulamadığını aktarıyor.
Az çok birbirine benzeyen toplumlarız. Bunun, aşılması gereken ne kadar yanlış ve yıkıcı bir algı olduğuna şüphe yok. Empati yapan herkes, kişinin varlığına benliğine saldırının böylelikle nasıl da sür git devam ettiğini hemen anlar.
Bu nedenle travma çözüm merkezleri olmalı mesela her şehirde, her üniversitede. İlgili disiplinlerden çok değerli hocalarımız gereğini yapacaktır. İlahiyatçılarımız, Diyanet İşleri Başkanlığımız şu yanlış “kirlenme” algısının düzeltilmesi için mutlaka bir şeyler yapmalı. Allah’ın incitmediği kulunu, kulların bir de böyle incitmeye ne hakkı var sonuçta? Travma merkezlerinin açılması ve faal tutulması için gereken finansmanı işkadınlarımızın seve seve karşılayacağına da şüphemiz yok.