Yeni Zelanda’da cami basıp masum insanları katleden teröristin büyük bir kin ve nefret içinde olduğu anlaşılıyor.
Bu eylem psikolojik bozukluğu aşan, siyasi ve kültürel zeminde sapkınlık içeren bir eylemdir. Bir canlıyı öldüren kişinin psikolojik sorun yaşadığı, akıldan ve mantıktan uzaklaştığı söylenebilir. Ancak bu hadisede bir delinin şuursuzca yaptığı bir işten bahsetmiyoruz. Katil, bir ideolojik/dini/kültürel/siyasi motivasyonla insanları öldürdüğü için sadece katil olmaktan çıkıyor, ‘terörist’ oluyor.
Bu eylemin arkasında büyük bir kin ve nefret gözlemliyoruz. Cinnet geçiren veya akli dengesini yitiren bir kişinin sağa sola saldırmasından değil, planlı ve organize bir katliamın tamamen siyasi motivasyonla gerçekleşmesinden bahsediyoruz.
Avrupa ülkelerinde yükselişe geçen ırkçılık, yabancı düşmanlığı, İslam karşıtlığı rüzgârları dünyanın farklı bölgelerinde kasırgaya dönüşmüş ve masum insanların canına kastetmiş durumda.
Tamamen siyasi ve dini saiklerle körüklenen bir kin ve nefret dalgası var.
Önce farklı olana yönelik bir nefret oluşturuluyor, ardından bu nefrete siyasi anlamlar yüklenerek bir kin pompalanıyor.
Malum, nefret olumsuz, kötü duygu beslemek iken; kin iki yönlü bir sapkınlıktır. Bir yönünü ‘düşmanlık hissi’ oluşturur, diğer yönünü ‘öç alma hissi’…
Nefret eden kişi nefret ettiğinden iğrenir, tiksinti duyar, onun hakkında kötü yakıştırmalarda bulunur. Kin besleyen kişi ise öç almak istediği gizli düşmanını yok etmeyi amaçlar.
Nefret daha pasif bir tavır iken, kin daha aktif bir tavırdır.
Nefret, başkasının kötülüğünü istemeye yönelik bir duyguyken; kin, başkasına zarar vermeye yönelik daha şiddetli bir arzudur.
Yeni Zelanda hadisesinde de görüldü ki, kin ve nefretle doldurulan kişi geçmişte yaşanan bir olayın intikamını almak için masum insanlara savaş açıyor.
İslam düşmanlığını gizli bir nefretle içinde biriktirenler, bu nefretlerini kine dönüştürerek öç alma aşamasına geçiyorlar.
Cami basan terörist öldürdüğü insanları tanımıyor ama onların nezdinde bir dine, bir ülkeye ve bir lidere kurşun yağdırdığını, geçmişin öcünü aldığını düşünüyor.
Dünyanın ta öbür ucunda bir terörist çıkıyor ve Türkiye’ye, onun lideri Erdoğan’a kin ve nefret kusuyor.
Bu psikolojinin Dünya Savaşlarında, Çanakkale ve Kurtuluş Savaşlarında dünyanın uzak bölgelerinden birilerinin Türkiye’ye düşmanlık yapmalarından bir farkı yok.
Çanakkale savaşının yıldönümü olan bir ayda Yeni Zelanda’dan böyle katliam haberi gelmesi, bunun da Osmanlı’yla, İstanbul’la ilişkilendirilmesi çok manidardır.
Dünyanın neresinde olursa olsun bir mazluma, bir masuma, bir Müslümana kurşun sıkan, zarar veren caniler o mazlumların arkasında Erdoğan’ı görerek kurşun sıkıyorlar. İslam karşıtlığının Erdoğan karşıtlığı şeklinde simgeleştirildiği bir durum yaşanıyor.
Uluslararası zeminlerde mazlumların sesi olan, başkaları susarken hakkı-hakikati haykıran bir liderin, dünya genelinde o kesimlerin temsilcisi ve koruyucusu gibi görülmesi böyle bir özdeşleştirme oluşturuyor.
Türkiye’deki Erdoğan düşmanlığının başını çeken Kemal Kılıçdaroğlu’nun küresel düzeyde Erdoğan düşmanlığı yapan böyle bir teröristi eleştirmek yerine Erdoğan’ı eleştirmesi esef duyulacak bir tavırdır.
İslam karşıtlığını ve hoşgörüsüzlüğü besleyen çevrelere fatura kesmek yerine, ‘dinin siyasete alet edilmesi’ gibi bir söylemle Cumhurbaşkanımız Erdoğan’a atıfta bulunmak büyük bir insafsızlıktır. Esed’i, Sisi’yi, cami basan teröristi suçlamak yerine Erdoğan’ı suçlayan bu zihniyetin çok iyi görülmesi gerekir.
İslam düşmanlığının ürettiği kin ve nefreti, bunun sebep olduğu vahşeti eleştirmek yerine bu tür yorumlarla hedef saptırmak, kin ve nefrete çanak tutmaktan başka bir anlam taşımaz.