Başlıktaki ifadeyi, “Abdullah Bey, siz kimsiniz? Ne adına muhalefet liderleriyle gizli kapaklı görüşmeler yapıyorsunuz?” sorusuyla da değiştirebilirsiniz.
Maksat hâsıl olur...
Eski Cumhurbaşkanlarımızdan Abdullah Gül, bundan yaklaşık bir ay kadar önce, ana muhalefet partisi lideri Kemal Kılçdaroğlu’yla görüşmüş.
Görüşme tam 3.5 saat sürmüş.
Bu durum, geçenlerde bir gazeteci tarafından faş edildi...
Bugüne kadar tekzip edilmediğine göre, demek ki “Görüştüler. Görüşme tam 3.5 saat sürdü...” iddiası doğruyu yansıtıyor.
Peki, görüşme talebi kimden geldi?
Bence bunun bir önemi yok...
Kimden gelmiş olursa olsun, görüşmenin “problem” niteliği değişmiyor.
Dava arkadaşlarının çağrılarına “olumlu” cevap vermeyen, hatta yemek davetlerini bile kaba bir müdanasızlıkla reddeden Gül’ün, Kılıçdaroğlu’nun görüşme talebine “olumlu” cevap vermesi ve bu boş beleş adama tam 3.5 saatini ayırması problem...
Talep Abdullah Bey’den gelmişse, daha da büyük problem...
Niçin problem?
Şu yüzden:
Değerli Abdullah Bey, nedense (neden acaba?) hep de seçim öncelerinde hareketleniyor... “Siyasi” nitelik taşıyan görüşme ve temaslarını bu aralığa (seçim öncelerine) sıkıştırıyor.
24 Haziran seçimi öncesinde de bir temas trafiği içinde yer almış, “dava arkadaşım” dediği Cumhurbaşkanı Erdoğan’a karşı aday olmuştu.
Daha doğrusu, adaylık için mutabakat aramıştı.
Gerekli mutabakatı bulamayınca da, çekilmişti.
Biz Abdullah Bey’in siyaset defterini kapattığını biliyorduk... Çünkü “aktif siyasi hayatımı noktalıyorum” açıklamasını onun ağzından duymuştuk.
Sadece “eski bir Cumhurbaşkanı olarak”, fikrine başvurulduğunda (ülkenin yararını düşündüğü için) görüşlerini açıklayacaktı.
Başka da bir işe bulaşmayacaktı...
Bu sözüyle kendi kendini bağlayan Abdullah Bey’in, bir gün, dava arkadaşlarına karşı kurulmuş siyasi ittifakın “aranan aktörü” olarak ortalıkta dolanacağını, hatta “Bizim Cumhurbaşkanı adayımız kardeşim Abdullah Gül’dür” sözünün sahibi Erdoğan’ı devirebilmek için “mutabakat arayışına” gireceğini konduramazdık.
Evet, bunu da yaptı...
Maalesef bunu da yaptı...
Gül’ün, mensubu ve kurucusu olduğu AK Parti’yle arasına mesafe koyduğunu biliyoruz...
Bu tavrını (artık) gizlemiyor.
Mesafesini (ve gayrı memnun pozisyonunu) bugüne kadar tavırlarına yansıtarak açıklamayı tercih etti ve bir tür “işaret diliyle” konuştu: Toplantılara icabet etmemek, çağrılı olduğu davetlere gitmemek, zor duruma düşen arkadaşlarının yanında yer almamak, aynı fotoğraf karesinde görünmemek gibi...
Mesafesini, “parti meselesi” olmaktan çıkıp “Türkiye meselesine” dönüşmüş konularda da (mesela 17/25 Aralık ve 15 Temmuz’da da) korudu.
Sustu...
Hep sustu...
Konuşma gereği duyduğunda da, “dava arkadaşlarını” töhmet altında bırakacak açıklamalar yaptı.
Bununla da yetinmedi, “İçişlerinizi düzenlemezseniz, darbe ve dış müdahale kaçınılmaz hale gelir...” diyerek, olası bir darbeye ve dış müdahaleye meşruiyet atfetti.
Sürekli dava arkadaşlarını refüze eden (refüze eden ve hiç de hak etmediği halde “gadredilmiş küskün adam” rolü oynayan) Gül, muhalefet partilerinin davetlerine “koşa koşa” gidiyor.
Hadi gitsin...
Niçin bunu gizliyor?
Bizden (yani kamuoyundan) ne kaçırıyor?
Bu soru, ittifak görüşmelerini kapalı kapılar arkasında yürüten muhalefet partileri için de geçerlidir...