Kendi celladına aşık bir adam.
Bir kaset operasyonuyla partinin başına getirilmiş bir adam.
Partinin başına geçirildikten sonra CHP’nin fabrika ayarlarını F tipine çevirmiş bir adam.
F tipinin kendisine sunduğu tapeler üzerinden tepinerek siyaset yapan bir adam.
“Darbe olursa tankların üstüne ilk ben çıkarım!” diye kabadayılık taslayan bir adam.
Şimdi bu adam, 15 Temmuz’daki muhteşem darbe karşıtı millet gerçekliği karşısında siyaseten çark edince, birileri tarafından “darbe karşıtı!” diye pazarlanmaya başlandı.
“Yenikapı ruhu” diye nevzuhur bir ruh icat ettiler ki bu adamı parlatsınlar.
Kendisine yönelik manidar bir saldırı karşısında kahramanlaştırılmak istendi birdenbire.
“Darbe karşıtı kahraman!” sıfatını hangi eylemi dolayısıyla kazandığını bilmiyorum doğrusu.
O gece havalimanında sinemizdeki imanımızla darbecilere karşı direnenlerdendik.
Aziz milletimizin imanlı yiğit evlatlarıyla beraberdik.
Bu adam havalimanının bulunduğu ilçedeydi.
Sesini soluğunu duymadık.
“Tankın üstüne ilk ben çıkarım!” diyen bu adam, tanklarla Türkiye’nin nasıl bir güne uyanacağının hesabını yapıyordu.
Darbenin püskürtüldüğü/püskürtüleceği belli olduktan sonra bir parça kımıldamaya başladı.
Hepsi bu...
O gece meydanlarda yoktu.
Tanklar meydanlardaydı.
Ama kendisi yoktu.
Hadi tankların üstüne çıkmadın, bari darbenin püskürtüldüğü gerçeğinin ayan beyan anlaşıldığı saatlerde sana çok yakın mesafedeki Cumhurbaşkanı’nın yanına koşup gelseydin bir zahmet!
O tankların üstüne yiğitçe çıkan halkın arasına karışsaydın bir zahmet!
Ne gezer!
Ne hikmetse ertesi gün darbe karşıtlığının siyasi rantını yemeye kalkışan bu adam, Bahçeli’nin oyunbozan, ilkeli ve cesur siyaseti dolayısıyla mecburen katıldığı “Yenikapı”dan bir siyasi kahraman olarak çıkabileceğini sandı.
Orada yaptığı konuşmada da aslında satır aralarında haddi aşan ve 15 Temmuz ruhuyla bağdaşmayan bir söylem içinde bulundu.
Sanki darbeyi kendisi durdurmuş da, sanki kendisi tankların üstüne çıkmış da, yeni dönemin siyasi yol haritasını belirleme yetkisini kendisinde buluyormuş edasıyla bir de Cumhurbaşkanı’na ve Başbakan’a akıl vermeye, millete yol göstermeye kalkıştı!
***
Oysa gerçek şuydu:
Kendi partisinin asıl sosyolojik tabanını oluşturan kesim Bağdat Caddesinde ve başka yerlerde tıpkı 27 Mayıs’ta olduğu gibi o tankları alkışlamıştı!
Darbe sonrası siyaseten uzlaşmaya önem verdiğimiz için sesimizi çıkarmadık.
Hatta kendisine hiç hak etmediği payeler vermekte de bir sakınca görmedik.
Övgü dolu sözlerimizi de esirgemedik.
Ama adam çok geçmeden eski genlerine geri döndü.
Kendisini oraya taşıyanlara diyet borcunu ödemeye başladı.
F tipi ayarlarına geri dönünce de eski tarz ağzını kuşandı.
FETÖ’ye alenen arka çıktı.
Mağduriyet edebiyatı üzerinden sözde darbe karşıtı ama özde darbe yanlısı bir yol izlemeye başladı.
Olağanüstü Hal Rejimi’ne karşı çıktı.
Kanun Hükmündeki Kararnamelerin demokrasiye aykırı olduğunu söyledi.
Yahu sormazlar mı, Fransa’da da OHAL var.
Fransa’da da OHAL rejimine eşlik eden kanunlar çıkartılıyor.
Fransız polisinin göstericilere nasıl tavır takındığını da hepimiz izledik.
Şimdi Fransa’da demokrasi ve cumhuriyet yok mu diyeceğiz?
***
Ne hikmetse ABD Büyükelçisi’yle can ciğer kuzu sarması olan bu adamın, F tipi ayarları rahatsız edici bir biçimde devreye girmeye başladı.
Şimdi de BM’de mazlum dünyanın sesi olarak konuşan ve hayli takdir toplayan Cumhurbaşkanı’na edepsizce laf yetiştirmeye çalışıyor.
Güya adam, Cumhurbaşkanımızın o konuşmasını izlediğinde utanmışmış!
Neymiş efendim, Cumhurbaşkanı sanki muhtarlara konuşuyormuş gibi konuşmuş!
Muhtarların nesi var, senden nesi eksik de utanmadan-arlanmadan bu ülkenin seçilmiş insanlarını aşağılamaya çalışıyorsun?
Cumhurbaşkanımızın senin gibi birden fazla yüzü yok.
Utanılacak bir geçmişi de yok.
O milletinin adamı.
Ve mazlum dünyanın gür sesi.
Asıl biz senden utanıyoruz.
Ülkemiz adına, demokratik siyaset adına utanıyoruz.
Keşke sende utanılacak bir yüz olsaydı!
Utanılacak yüz dışında o kadar çok yüzün var ki!