Hayat bir yolculuktur.
Bir yerden öbür yere taşınır dururuz.
Yollar türlü türlüdür.
Yol içinde yol vardır.
Yolun hikmetini bilmek lazım.
Kendi içimizde başlayan yolculuklarımız başkalarını ve başka yerleri keşfetmekle sürer gider.
Bazen gördüğün bir yeri bir başka sefer sanki yeni görüyormuşsun gibi hissedersin.
Her şehir kendini farklı zamanlarda farklı açar.
Gördüğünüzü sandığınız bir coğrafya veya mekân bir an için size yabancı gibi gelir.
Çünkü sizin duygularınız değişmiştir.
Bakış açınız farklılaşmıştır.
Şehirlerin mevsimleri olduğu gibi insanoğlunun mevsimleri vardır.
Her yolcunun içindeki mevsim farklı farklıdır.
Her âdemoğlunun içinde dört mevsim resmigeçit yapar.
Kimilerinin içinde kış uzun sürer, kimilerinin içinde ilkbahar veya yaz.
O yüzden herkesin şehri farklıdır.
Her şehir veya coğrafya herkese farklı görünür.
Herkesin yürüdüğü yol aynıdır lakin o yol boyunca keşfettikleri farklıdır.
Birinin gördüğünü öteki hiç görmez.
Ötekini hayran bırakan şey berikisi için sıradandır.
Uzak diyarlara yeniden yol göründüğünde yazıyorum bu satırları.
Sabahın en erken saatinde yağmurlu bir İstanbul’da, Atatürk Havalimanı’nda…
Ankara’dan İstanbul’a uçarken okuduğum Murathan Mungan’ın “Şairin Romanı” kitabındaki yol bahsi düşündürücü.
Şiirin filozofu bilge Moottah’ın kendini uzunca süre kapattığı evinden çıkıp yerküreyi dolaşmaya başladığında söyledikleri, iç yolculuğunu tamamlayanların nasıl anlamlı bir harita oluşturabildiğine çarpıcı bir örneklik oluşturur.
Okuduğumda nasıl es geçtiğime hayıflandığım yola dair o bilgece sözler her şeyi yeniden düşünmemi sağladı.
Gidilecek yerleri şaşırmamak için yollara konulan işaretlerin/tabelaların nasıl da yerkürenin diğer bölgelerini keşfetmemizin önünde engel oluşturduğunu öğrendiğimde “kaybolarak öğrenme ve keşfetme” nimetinin modern çağlarda nasıl elimizden alındığına bir kez daha hayıflanmadım dersem yalan olur.
“Kaybolmak” veya “Yolu şaşırmak” sanıldığı kadar yanlış değil!
Bir şehri veya coğrafyayı tanımak için yolu şaşırmak gerek. Sadece tabelalarla her seferinde varmak istediğiniz yere varırsınız. Şimdilerde navigasyon kaybolmamanız için sürekli uyarıcı işlevi gören bir aparat olarak hayatımızın kılavuzu olmuş durumda. Oysa kaybolmadan yeni yerler keşfetmek mümkün değil.
İçinizdeki yolları gözden kaybolmakla, yerküredeki yerleri de tabelaları gözünüzden kaçırmakla bulabilirsiniz.
O yüzden kaybolmaktan korkanlar yeni yerler ve farklı şeyler keşfedemezler.
***
“Yol ağızlarına, bilmeyenlerin yollarını yitirmemeleri için olsa gerek, boyalı işaret taşlarının konulmuş olduğunu gördüler.” Moottah, “Hayret! Bunlar eskiden yoktu. İnsanlar eskiden kaybolmaktan korkmazlardı” dedi içinden. “Kaybolmanın insanı zenginleştiren serüvenlerine olanak tanırlardı; yazık, bazı şeyleri kaybolmadan öğrenemez ki insan!” diye hayıflandı. (Şairin Romanı, s. 81)
Yolunu bileceksin.
Yolu bileceksin.
Bilirsen yollar önünde açılır.
Bilirsen korkmazsın kaybolmaktan.
Çünkü kaybolmanın yeni bilgilerle seni güçlendirdiğini ve zenginleştirdiğini bilirsin. Aksi takdirde o yolları işaretleyenlerin görmeni ve bilmeni istedikleriyle sınırlanır gözlerin ve belleğin.
Çok okuyan mı çok gezen mi denkleminin dışına çıkarak bilgiyle gezeceksin. Gezdikçe biriktireceksin. Bilgisiz bir gezmenin sahibine bir faydası olmaz.
Moottah’ın “En iyisi okuyarak gezmektir” öğüdünü başucunuzda tutmanızı salık veririm. (S. 80)
Sadece hayatta kalmak için değil hayatı anlamlandırmak için de bilmek lazım.
Bilen gözlerle görenlerin bilgisine ihtiyacımız var asıl.
***
Kendisine yol açmak için uğraşanlarla kendisi bir yol olanların farkını bilmek lazım.
Kendiniz bir yol olmak için önce içinizde yürüyün, sonra yeryüzünün yollarında bilgece yürüyün!
Bir bakarsınız ki farkında olmadan kendiniz yol olmuşsunuz.