İki gündür Ankara’dayım. Siyasî partilerin adaylarını belirleme çalışmaları dolayısıyla Ankara bugünlerde -maşaallah- ‘millet ve memleket sevdâlıları’ olanlarla cıvıl-cıvıl..
Ancak seçimler yaklaştıkça siyasî yarışa girenlerin, karşıtlarını suçlamak ve yandaşlarını daha güçlü cezbetmek için ‘kâfir, mu’min, munafık’ gibi İslamî terimleri ve halkın itiqadî algılamasında belli bir yeri olan ‘Bunların vallahi yatacak yeri yok’ gibi anonim deyimleri kullanmalarının giderek yoğunlaşması tehlikeli..
Hele de aynı partiden oldukları halde, birbirlerinin aleyhinde dosyalar hazırlayan ve böylece diğerlerini saf dışı etmeye çalışan ‘dâvâ’ bağlılarını bile görmek, bu ‘dâvâ’ denilenin ne menem bir şey olduğunu ibret verici şekilde anlar gibi oldum. Buna bir de milletvekilliğini bir geçim ve iktidar gücünü kullanma kapısı haline getiren ve siyaset kurumuna at sineği gibi yapışıp bir türlü ezilmeyen ve kendileri olmasalar bile yakınlarını seçtirmek için çırpınanların etkili çabaları da işin cabası...
Bu açıdan hele de iktidar partisinin işi daha bir zor... Çünkü 7 bin 300’ün üstünde bir başvuru var. Bunlara bir de Genel Merkez kontenjanını eklerseniz.. Bu kadar isim arasından sadece 600 ismi, yani, her 13 kişiden ancak birisini belirlemek çetin bir iş..
Ayrıca, AK Parti’nin halihazırdaki 317 milletvekilinden bir-kaçı hariç, hemen tamamı tekrar aday olduklarına ve onların da en azından yarısı tekrar aday gösterilebileceğine göre.. Sözgelimi yine 320 kadar milletvekili seçilse, yeni adaylardan ancak 150 kadarı listelerin seçilebilecek yerlerinde yer bulacaklar demektir. Bu da, AK Parti’nin 7 bin küsur aday adayı içinden ancak 150 civarında yeni adayın Meclis’e girebileceğini gösterir. Yani, yaklaşık her 47 aday adayından birisi seçilme şansına sahip olacak, aritmetik olarak..
Yine de heyecan birkaç gün daha dorukta olacak gibi.. Nitekim, bazılarıyla Trump’ın, -Obama zamanında- İran’la varılan nükleer antlaşmadan B. Amerika’yı geri çekmesinin hele de bütün Ortadoğu’yu derinden etkileyebilecek muhtemel ve tehlikeli sonuçları etrafında konuşmak isteseniz bile, hemen hepsi de bugün için en önemli olanın, seçilecek olurlarsa halkımıza yapacakları hizmetleri anlatmak olduğunu heyecanla sergiliyorlar.
Ve, ahh Temel Bey, ahh
1975’lerden beri hep ‘ağabey’ diye hitap ettiğim kişiye artık, sadece Temel Bey diyorum. Çünkü siyasetin zehirli rüzgarlarının etkisine öylesine kapıldı ve savruldu ki, öngörmek mümkün değildi..
Tarafdarları, onun yanlışlarını alkışlamak için, üzerinde ‘Bilge Başkan’ yakıştırması yazılı renkli posterlerini her tarafa astılar. Ama en ilginç olanı, Sivas’ta Temmuz -1993’de meydana gelen ve 37 kişinin ölümüyle sonuçlanan karışıklıklardan dolayı, en ağır şekilde suçlanan o zamanki Sivas Belediye Başkanı Temel Bey’in özellikle de son aylarda, Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde, muhalefetin ortak bir aday sunması çalışmaları esnasında en ümid bağlanılan parlak bir siyasî figür olarak sivrilmesiydi.
O teşebbüs sonuçsuz kalsa bile, Temel bey, aylarca muhalefet gündeminin en önde gelen figürü olarak sonunda, CHP ve Akşener partisiyle seçim ittifakı yapmaya bile cür’et edebilen bir figüran durumuna bile düştü.. Halbuki, bugün başında bulunduğu parti, yıllarca hep mümin feraset ve basiretinden söz etmeyi şiar edinmişti.
Temel bey’le 1992’lerde, Sivas Bel. Başkanı olduğu günlerde yurt dışında buluştuğumuzda, kendisine o zamanki siyasî faaliyetler etrafında hızlı eleştiriler yapıldığında demişti ki:
‘Çocuklar, eleştirlerinizi anlıyorum. Ama bizim babalarımız Osmanlı’nın yok olmasıyla korkunç bir travma yaşadılar ve biz onların çocuklarıyız. Bizim neslimiz şimdi bir şeyleri kurtarmaya çalışıyor ve bu kadarını yapabiliyoruz. Bundan fazlasının da bizim neslimizden beklemeyin.. Ama, bizden daha iyi yapanlar çıkar da, ona engel olursak, bizi o zaman eleştirin, suçlayın..’
Bilmiyorum Temel Bey, bugün vargücünüzle karşı çıktığınız kimse, sizlerin o zamanlar hayal ettiklerinizin de ötesini gerçekleştirmiş değil midir?
Sizi, yine de vicdanî bir muhasebe yapmaya çağırıyorum, Temel Bey..