Üstad Necip Fazıl Kısakürek’in, “Yirminci Asrın ablak yüzlü feza pilotu! / Buldun mu Ay yüzünde ölüme çare otu?” mısralarından mülhem, teknolojinin zirvesine çıkmış yirmibirinci asrın insanları olarak neyi bulduk; daha doğrusu ne aradığımızı biliyor muyduk ki bulduğumuzun da ne olduğunu bilelim!
“Al sana teknoloji” dediler… Peki, elimize teknolojiyi verenler neyimizi aldı da ahvalimizi tarif etmeye “belhum adal” tâbiri bile kifâyetsiz kalabiliyor?
“Umulur ki, 15. İslâm asrının yenileyicisi estetik planı başa alsın” diyen Üstad, maddeden evvel ruh imârının yolunun bulunmasının gerekliliğinin ikâzını da yapıyor.
Estetik: Güzellik duygusuyle ilgili, insanda güzellik duygusu uyandıran, bedîî. (Kubbealtı Lugatı)
Güzellikten, sanattan anlayacak ruhların inşası devlet çapında olacak bir şey. Devlet teşkilâtlanmasını bu gayeye göre planlamak, oluşturmak “Yeni Türkiye” kurucularının vazifesi. Geçmiş yıllardaki yazılarımda, insana nasıl bakılması gerektiğinden tutun da yeni sistemin nasıl olması gerektiğine dair hususları gündeme getirmiştim. Merak eden…
Hâdisenin bir de ferdî alâkadar eden yönü var. Hepimiz, son yaşanan vak’alarla birlikte, yaşadığımız çağın ne kadar kötü gittiğinden bahsedip duruyoruz. Gerçi, 1000 yıl önce yazılmış kitapları okuduğumuzda da benzer yakınmaları görüyoruz. Bu da Peygamberimiz’in, kendisinden sonraki her çağın bir önceki çağdan daha kötü olacağına dair mucize-i beyanına tevafuk ediyor. Bugünün farkı şu: Elimize verilen teknolojiyle kötülükler, fuhşiyat vb. ulaşmak, görmek bir dokunmayla mümkün hâle geldi. Haramı göre göre, işleye işleye kabalaşan ruhlarımız helal dairesindeki her şeye düşman kesildi. Foseptik çukurları bizlere gül bahçesi oldu; ruhi dengeler bozuldu. Netice de ortada.
Mâdem bu hâlden şikâyetçiyiz ve mâdem daha da kötüye gitmesinden korkuyoruz o zaman bir yerden başlamalıyız. Asrımızın büyük Allah dostu Mahmud Ustaosmanoğlu Hazretleri dertli olana reçeteyi vermiş: “Dünya kötüye gidiyor, çare yok, ama sen iyi olabilirsin”!
Fert nazarında yapmamız gereken bu. Her fert bu şuurda hareket ettiğinde devleti yönetenler de kendilerini bu doğrultuda adım atmaya zorunluğu hissedeceklerdir; devlet niçin var ve toplumsal baskı dedikleri nedir!..
Çin’de yaşanmış “Yağmurcu” vak’asını bilir misiniz? Batı’da psikolojinin büyüklerinden bilinen C. G. Jung’un Çin’de yaşayan arkadaşından dinlediği, yaşanmış “Yağmurcu” vak’ası. Mütefekkir Salih Mirzabeyoğlu’nun kitabına adını da verdiği “Yağmurcu” vak’ası Çin’in Kiautschau bölgesinde yaşanıyor. Bölgede kuraklık başgösterince Schantung’dan uzman bir “Yağmurcu” getirtiyorlar. “Yağmurcu”, şehir dışında küçük bir ev verin ve beni rahatsız etmeyin, der. Dışarı çıkmadan evde 3 gün geçirir “Yağmurcu”… Dördüncü gün Kiautschau bölgesine lapa lapa kar yağar! Bunu nasıl yaptığını soran Jung’un arkadaşına “Yağmurcu” şu cevabı verir: “Bunu çok kolay açıklayabilirim. Ben, Schantung’dan geliyorum; orada yağmur düzenli yağar, her şey düzenlidir, bu sebeple ben de düzen içindeydim. Kuraklığın hüküm sürdüğü Kiautschau’ya geldim, burada her şey düzensizdi, benim de düzenim bozuldu. Bu sebeple, sakin kalabileceğim ve derin düşünceye dalabileceğim bir ev istedim. Üç gün-üç gece kendi kendime çalıştım ve eksik olan düzen yeniden kuruldu; kurulunca da yağmur yağmaya başladı!”
Kendi iç düzenimizi (Allah’ın rızasına uygun hayat sürmeye çalışmak) kurmak, kendi “Yağmurcumuz” olmak İlâhî rahmeti de celbedecektir ve bizlere gerçek “Yağmurcuyu” lütfedecektir. Derdi olan çare arar, kuru gürültü yapmaz!..