Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın Sırbistan ziyareti sırasında Novi Pazar'da Sancaklılara hitabı,Türkiye'nin -akraba toplulukları söz konusu olduğunda dahi- azınlık gruplarla ilgili nasıl bir politik vizyona sahip olduğunu göstermesi bakımından önemli ve öğreticiydi.
Konuşmasında Erdoğan; "Biz Sancak sakinlerini ve Sırbistan'daki Boşnak azınlığı sadece yakın akrabalarımız olarak görmüyoruz. Boşnak azınlığın haklarını, Avrupa ülkeleri arasında en gelişmiş mevzuatlardan birine sahip olan Sırbistan'ın yasaları ve anayasaları çerçevesinde arayabileceğini düşünüyorum. Sayın Sulejman Ugljanin bu yöndeki çabalarını takdir ediyoruz. Bu hakların aranması sırasında yapıcı birleştirici dil kullanmak hepimizin yararınadır. Aksi takdirde bu çevrelerin ekmeğine yağ sürmüş oluruz” dedi.
Sırbistan'daki Boşnak azınlığı, haklarını anayasal çerçevede aramaya ve entegrasyona teşvik eden bir söylem. Kültürel ve dini kimliklerini kendilerini ayrıştırarak değil bilakis kaynaşarak daha iyi yaşayabileceklerini öğütleyen bir yaklaşım...
***
Bugün açıkça düşmanlık gördüğü Almanya'daki ve tüm Avrupa'daki Türk azınlıklara da hep aynı şeyi söyledi Erdoğan. Kendi kültürünüz ve dininizi muhafaza etmeniz entegrasyona mani değil dedi. Sorun çıkaran değil çözen olmayı salık verdi. Nitekim PKK ve DHKP-C'ye müzahir çevreler dışındaki Türkler Almanya'da, işinde-gücünde Müslüman bir topluluk olarak varlık gösterdi. Fakat bu kesim İslam ve yabancı düşmanlığının nesnesi haline getirilirken PKK'ya müzahir isimler siyasette ve medyada öne çıkartıldı. Avrupa sokakları PKK'nın eylemlerine açıldı, Avrupa Parlamentosu PKK'ya sergi salonu yapıldı.
Türkiye'nin kriz bölgelerinde de yaklaşımı, krizi derinleştirmek ve tarafları birbirine karşı kışkırtmaktan değil sulh sağlamaktan yana oldu. Myanmar hükümeti ve Budist çetelerin Arakanlı Müslümanlara yaptığı zulmü durdurmaya ve konuyla ilgili kamuoyu oluşturmaya çalışırken sorunun kaynağıyla kontak halinde olmaya çabaladı.
***
Altı yıl oldu Suriye'deki savaş başlayalı. Türkiye, savaşın fitili yeni ateşlenmişken, söndürmek belki mümkün düşüncesiyle Esed'ı ikna etmek için çok çaba sarfetti. Bu mümkün olmadığı gibi başta ABD'nin kara gücü yapılmak, kabul etmeyince de Suriye'den tümden el çektirilmek istendi. Bugün geriye dönüp baktığımızda ABD, Rusya, İran gibi aktörlerin ileri hedeflerini iyi okuyamadığı ve realist bir güç analizi yapamadığı noktasında eleştiri getirebiliriz Türkiye'ye ama son tahlilde Türkiye'nin Suriye'de devamlılık arzeden tutumu; demografik yapının değiştirilmemesi, Suriye'nin toprak bütünlüğünün muhafazası ve dini ve etnik kimliklere göre ayrıştırılmamış bir siyasi yapıya kavuşturulması oldu.
***
Gelelim Irak'a, IKYB'nin referandumu ve Irak ordusunun Kerkük operasyonuna...
Türkiye bu konularda ilkesel tavrını devam ettirmekle beraber realiteyi kendi menfaatleri ölçeğinde okuyarak hareket etmeyi ihmal etmedi. Barzani'ye yapılan ikazlar sadece Türkiye'nin ulusal güvenliği ile ilgili çekincelerinin ifadesi değildi. Türkiye'nin Barzani'ye dostluğunun da bir ifadesiydi. Aynı zamanda bölgenin yeni bir şiddet vakumunun içine çekilmesine karşı uyarıydı.
Barzani, Kerkük ve tartışmalı bölgelerin tamamından çekilmek zorunda kalınca anlamış mıdır acaba "Gel birlikte bozalım bu oyunu" çağrısının anlamını?
Referandum sıkıştırması Türkiye için zaten kabul edilebilir değildi. Kerkük'te İran'ın etkisinin artacak olmasının Türkiye'nin lehine olmadığı da ortada fakat bu durumu Türkiye'nin değil Barzani'nin tercihleri şekillendirdi. Bölgedeki kriz, İran ve PYD-PKK'ya yaradı. Yeni kriz ortamlarının oluşmasına zemin hazırlayacak hareketlerden kaçınılması konusunda Türkiye'nin ısrarı tam da bundan dolayıydı. PKK ile mücadele Türkiye için öncelikken ve Irak ve İran ile bu konuda işbirliği elzemken Barzani'nin bölgede yeni kriz ve güç boşlukları oluşturacak adımlar atmasına Türkiye'den destek beklemesi en hafif tabirle iş bilmezlik.
Hülasa bu kaybet kaybet oyununu Barzani başlattı.