Ortada yaptırım gerektirecek yeni ve acil bir durum yokken, Katar bölgesel dengeleri etkileyebilecek bir hamlede bulunmuş ya da politikalarında değişikliğe gitmiş değilken bu krizin yaşanması, yaptırım uygulayan ülkelerde bir değişiklik olduğunu düşündürüyor.
Yaptırım uygulayan ülkelerin başını Suudi Arabistan çekiyor, ardından Suudi sermayesiyle ayakta durmayı başaran Mısır yönetimi geliyor. Diğer ülkelerin görevi Katar’ı izole etmekle sınırlı. Suudi Arabistan, uzunca bir dönemdir en fazla silahlanma harcaması yapan ülkelerin başında geliyor. Bu kadar silahı edinme nedenini sadece İran’a karşı güç dengesi kurma gerekçesiyle açıklamak kolay değil. Zira silah satanlar hem İran hem de Suudi Arabistan’ı hedefe koyarak dengenin devam etmesini sağlamakta, bu yolla da epeyce geniş bir piyasayı ellerinde tutmaktalar.
Bu mesele Yunanistan ile Türkiye’nin her an savaşacağı senaryosunu diri tutarak her iki ülkeye de silah satılmasını mümkün kılma olayıyla benzerlik gösteriyor. Sürecin sonu Yunanistan’ın iflasıyla gelmişti, bunu da hatırlatmak gerek.
Obama dönemi
Suudi Arabistan’ın silahlanmasının bir nedeni iktidarı halktan koruma garantisine dayanıyor olabilir. Ancak aynı oranda Körfez ülkelerini denetimde tutmak ve Arap yarımadasının güneyini tümüyle kendi etkisine sokmak olarak da açıklanabilir.
Bir diğer değişken ise Arap ülkelerinin iç işlerinde aldığı tavırla ilgili gibi. Arap ayaklanmaları sürecinde halkların değil otoriter liderlerin yanında yer alan Suudi Arabistan, bu meselenin kendi içine uzanmamasına uğraşmış hatta ülkede bir tür yumuşak darbe yaşandığı bile ileri sürülmüştü. Söz konusu dönemde Obama ABD’si Suudi Arabistan’ı El Kaide, Boko Haram ve DEAŞ gibi örgütlerin baş finansörü olmakla suçlayarak ABD-Suudi Arabistan arasındaki klasik stratejik ilişkilerini adeta askıya almıştı.
Müslüman Kardeşler çizgisindeki hareketleri desteklemeyen Suudi Arabistan, belki de bu radikal örgütleri destekleyerek sonunda askeri-otoriter yönetimlerin onlarla mücadele etmesini ve bu yolla iktidarlarını muhafaza etmelerini sağlamaya çalışmıştır.
Trump dönemi
Suudilerin Katar’la derde kalmasının nedenleri arasında Müslüman Kardeşler hareketinin bulunduğuna kuşku yok. Ancak bu cesareti nereden aldığına da bakmak gerek. Trump’ın “kılıç dansı” yaparken Katar’da Amerikan üsleri olduğundan haberi var mıydı bilinmez ama İran’ı ve İran ile işbirliği yapan ülkeleri terör destekçisi ilan etmesinin Suudileri yüreklendirdiği ileri sürülebilir.
Ancak ABD’yi Trump yönetmiyor gibi gözüküyor. Suudileri bu karara teşvik eden ortamı hazırlayanlar, sıkışan Katar’ın Türkiye ve özellikle İngiltere’den, “öteki” ABD’den ve ABD’nin bölgedeki diğer müttefiklerinden yardım alacağını bilmiyor olamazlar. Türkiye’nin askeri üssüne asker göndererek güçlendireceğini de öngörmüş olabilirler.
Dolayısıyla, Obama döneminde önü açılan İran gibi Trump dönemi önü açılan bir Suudi Arabistan durumu ortaya çıkacakken, Katar krizi ile buna bir set çekilmiş olabilir. Katar’ı izole eden Suudiler, bir anlamda kendi yakınlarına Türk askerinin, bir NATO üyesinin yerleşmesine neden olmuş durumdalar.
ABD’nin bir ülkeyi çok sevmesi hiç hayra alamet olmuyor. Obama ilk ziyaretini Türkiye’ye yapmıştı; o günden beri başımız dertten kurtulmuyor. Trump da Suudi Arabistan’a gitmişti ve iş adamı kimliği nedeniyle olsa gerek, ABD “muhabbetinin” etkileri daha hızlı hayata geçti. Hem Katar’ı hem Suudileri destekleyen Trump’ın bu süreçten yara alacağı öngörülebilir de, kimin kazançlı çıkacağı henüz çok açık değil.