Son yıllarda çok gergin yaşıyoruz.
Bırakın gerginliği her gün biraz daha kamplaşıyoruz.
Bu kamplaşma yüzünden en kritik meseleleri layıkıyla tartışamıyor, olgunlaşmış sonuçlara varamıyoruz.
Milletçe muhatap olduğumuz ortak tehdit ve tehlikelere karşı bile, ortak tavır belirleyemiyoruz.
Medenî tartışma yöntemini, farklılıklarımızla birlikte, ortak noktalarımız üzerinden beraber yaşama kültürünü içselleştiremiyoruz.
Daha da vahimi bu problemin, köy kahvelerindeki diyaloglarda değil, entelektüel olduğunu düşünen “elit” kesimler arasında yaşandığını görüyoruz.
“İmama kızıp cami yakan meczup”misali, yöneticilere kızdığımız için ülke ve milleti hedef almaktan çekinmiyoruz. Bu tür kin ve nefret türevi tutumlardan dolayı “darbe” ve “terör” gibi, en büyük ulusal felaketler karşısında bile tek vücut olamıyoruz.
“O gidecekse, huzur, refah, demokrasi hatta egemenlik de gidebilir”tutumu nasıl izah edilebilir?
Peki, neden bu hallere düştük.
Sanırım beşeri ilişkilerdeki en önemli kıstas olan “vicdan” mefhumunu kaybetmenin sıkıntılarını yaşıyoruz.
Zira vicdan, yalın bir acıma duygusu değil, toplumsal mutabakatın zeminini oluşturan, “empati” dediğimiz; “meseleye karşı taraftan bakabilme” yeteneğinin de kaynağıdır.
Vicdan o kadar ehemmiyetli bir haslettir ki, “Vicdanlı düşman, vicdansız dosta tercih edilir.”
Lütf-ü vicdan = çare-i figân…
O halde ne mutlu bize ki, çare yanı başımızda…
O, hayatı boyunca “vicdanın sesi” oldu.
Bu “ses” bazen mahrumları sevindiren “Yeryüzü Sofraları” olarak sokaklara yayıldı, bazen de, kimsesiz ve çaresiz hastaların yattığı hastane duvarlarında yankılandı.
Bu ses öyle ulvî bir hasletti ki, sahibini “efsaneleştirdi” ve herkes ona “Efsane İnsan Lütfü Oflaz” dedi.
Zira vicdan, gönülleri fetheden bir kuvvettir.
Nitekim bu kıymetli haslet onu, “Gönüllerin Cumhurbaşkanı” makamına yükseltti.
Lütfü Ağabey, tam bir gönül ehlidir.
Star sayfalarını zînetlendirmeye başladığı, 26 Mayıs 2016 günü de sizleri “Gönüller dolusu muhabbetle…” selamlamıştı.
Gençliğinden bu yana zamanının önemli bir kısmını hastane köşelerindeki kimsesiz ve çaresiz insanlara ayıran, onlara ümit ve güç olmaya çalışan Lütfü Oflaz Ağabey, yukarda dile getirmeye çalıştığımız toplumsal çürümeye çok hayıflanıyordu. Zira bu gidiş, onun felsefesiyle hiç bağdaşmıyordu.
O, “Fikirler ve zikirler ayrı olabilir ama kişiler, bunların üzerinde bir irade ortaya koyarak gönüllerde buluşabilmeli” diyordu.
Gelin, gönüllerde birlik kuralım…
Ve o “efsane” bir kere daha zuhur ederek, “Vicdan Hareketi”ni başlattı.
Efsane adam, “Dünyevi zaafları aşalım, vicdanlarda buluşalım. Kırık gönülleri tamir edelim, komadaki duyguları canlandıralım, kalplerde nice “kabe”ler inşa edelim” diyor.
Lütfü Oflaz, bir ömür bahşettiği o bireysel vicdan hareketini şimdi genelleştirmeye niyetlendi.
İstiyor ki, hiçbir dünyevi kazanımla hissedilemeyecek olan bu sonsuz hazzı, hep birlikte yaşayalım.
Başkalarına faydalı olmak, “Sizin en hayırlınız, insanlara en faydalı olanınızdır” Hadis-i Şerifi mucibince, Peygamber Efendimizin övgüsüne mazhar olmaktır.
Dünyada bundan daha büyük bir mevki ve mertebe yoktur.
Lütfü ağabeydiyor ki:
“Yeryüzünde bireycilik yerine toplumculuk hakim olsun. Bencil insanların yerini fedakar insanlar alsın. Herkes paylaşsın, insanlaşsın. Herkes kimsesizlerin kimsesi, çaresizlerin çaresi olsun.”
Bu çağrının karşılık bulduğunu, özellikle ülkemizde herkesin bu güzel hasletlere uyduğunu düşünün…
Canımıza tak eden ayrışmalardan, inatlaşmalardan, gerginlikten eser kalır mı?..
O halde buyurun Lütfü Ağabeyin çağrısına uyalım.
“Vicdanları ayağa kaldıralım…”