Bugün 15 Temmuz darbesinin birinci yıl dönümü.
O geceyi sıcağı sıcağına yaşayanlardanım.
Lakin konuşma isteğim pek yok gibi.
Yazayım istedim, ama yüreğimi burkan bir el buna mani oldu.
Buna neyin yol açtığını biliyorum elbet.
Gördüklerim yüreğimi kanatıyor.
Maşallah konuşan konuşana…
Yazan yazana.
15 Temmuz üzerine konuşmak bazıları için itibar temin etme aracına dönüştü gibime geliyor.
Bu araçsallaştırma ilişkisi fena halde üzüyor beni.
Çünkü asıl kahramanları gördüm ben o gece.
Korkup kaçanları da...
Gün ışıdıktan sonra meydana çıkıp kahramanlık taslayanları da...
Elbette günün birinde yaşadıklarımızı da, gördüklerimizi de anlatırız.
Vakti gelir elbet.
***
O gece ne yiğitler gördüm ben.
O yiğitlerin kanlarıyla yazdığı destansı mücadelenin sadece edebiyatını yapanları gördükçe yüreğim burkuluyor.
İçin için ağlıyorum.
O yiğitlerimizin imanla yazdığı destanın hiç bir yerinde olmayanların kalkıp destansı zaferin sanki asıl sahipleriymiş gibi konuşup hava atmaları isyanımı muciptir.
O üstümüze ölümün yağdığı gecede yanımızda olmayanların 15 Temmuz üzerine nutuk atmaları, hele hele Reis'in adı üzerinden kendilerine bir tür manevi iktidar alanı açmaya çalışmaları kanıma dokunuyor.
"Reis'in yiğitliği ve cesareti"ne vurgu yaparak ahkâm kesen o birileri niçin Reis gibi yiğit ve cesur davranmadılar acaba?
"Reis için ölürüz!" edebiyatı yapanların, her lafının arasına "Reis ne diyorsa o!" diyenlerin o gece niye Reis'i yalnız bıraktıklarını hatırladıkça yüreğim inciniyor.
Korku insani bir duygudur, anlarım.
Korktukları için sığınacak delik arayanları ayıplamayı da doğru bulmayabiliriz.
Lakin o gece korkup kaçanların bugün mangalda kül bırakmadıklarını görmek anlaşılabilir değil.
Toplumun önünde olanların korkmaya hakları yoktur.
Korkuyorlarsa veya ölümü gördüklerinde kaçacak delik arayacaklarsa o zaman ön saflarda yer almayacaklar demektir.
Kılıçdaroğlu'nun tankları görüp kaçmasını, korkakça eve sığınıp sonucu gözlemlemesini sonuna kadar eleştirelim, eyvallah.
Lakin içimizdeki Kılıçdaroğlu gibileri de unutmayalım.
İçimizden korkup bir yerlere sığınanları, sonucu gördükten sonra meydanlara kahraman edasıyla inenleri, o gecenin sabahından itibaren sanki 15 Temmuz'un kahramanlarıymış gibi poz verenleri de hatırımızdan çıkarmayalım.
Korkakların tarih yazamayacaklarına inanıyorsak şayet, o zaman korkakları baş tacı etmemek gerektiğini de asla unutmayalım.
***
Milletin liderinin ölüm çemberini yararak nasıl havalimanına indiğine tanık oldu bu gözler.
Sonrasına da...
Milletin yiğit lideri havalimanına indiğinde karşısında kendisi ve davası için ölmeye hazır yiğit kadınları ve erkekleri bulmuştu.
Onlar ölmeye gelmişlerdi.
Ülkeleri için.
Vatanları için.
Mukaddesleri için.
İmanları için.
Ve mukaddes değerlerini üstünde taşıyan o yiğit liderleri için.
Kefenlerini giyip gelmişlerdi.
Külliyenin önünde inançla ölüme meydan okumuşlardı.
Başkaca meydanları kefenleriyle doldurmuşlardı.
Onlar korkup kaçmamışlardı.
Onlar makam devşirmek için gelmemişlerdi.
Çıkar için gelmemişlerdi.
Ölümün olduğu yerde dünyevi beklentiler önemini yitirir.
Hiçbir dünyevi beklenti için ölüme meydan okunmaz.
Bu bir iman meselesidir.
Ve bu zafer o imanlı yiğitlerin zaferidir.
15 Temmuz imanın zaferidir.
Bırakalım da asıl onlar konuşsunlar.
Biz onlara nasıl layık olabileceğimizi düşünelim.
Konuşmaması gereken bazı zevatın çıkıp kahraman edasıyla konuştuğunu gördükçe bu yüzden öfkelenip içime çekilmeyi tercih ediyorum.
Onlar kendilerini biliyorlar.
Biz de onları biliyoruz.
En iyisi burada kesmek ve susmak şimdilik…
***
Rabbim sen bizi şehitlerimize layık kıl!
Bu aziz millete hizmetkâr kıl!
15 Temmuz'un asıl kahramanları olan yiğit erkeklerimize ve kadınlarımıza bin selam diyorum.
Bize de günün birinde ey Rabbim şahadeti nasip et diyorum.