Durumdan hoşnut olmayan CHP’liler ve Fetullahçı liberaller, hükümet modeli değişikliğini “cumhuriyetin tasfiyesi” olarak değerlendiriyor, daha ılımanları “ikinci cumhuriyet” yakıştırmasında bulunuyor ama değişen sadece “model”dir.
Bir diğer ifadeyle, darbe üreten ve vesayet odaklarının işini kolaylaştıran “sistem” ortadan kalkmıştır.
Kâbus bitmiştir.
Bundan sonra “konvansiyonlar”ın ve bürokrasinin değil, milletin değdiği olacaktır.
İlle numaralandırmak ve isim vermek gerekecekse (bence gerekmez), “dördüncü cumhuriyet” diyebiliriz.
Birinci cumhuriyet, 1946’da, “çok partili parlamenter sistem”in ilanıyla birlikte ortadan kalkmıştır.
Menderesdönemi cumhuriyetin ikinci evresidir ve Türkiye’nin çehresini değiştirmiştir. En yüksek “kalkınma” bu dönemde sağlanmıştır.
Süreç, 1960 darbesiyle noktalandı. Menderes “endüstriyel kalkınma” dediği ve Sovyetler Birliği’yle (enerji ve demir çelik alanında) kredi anlaşmaları imzaladığı için, ABD destekli bir darbeyle gönderildi. Bir anlamda, “Madem bir NATO ülkesisin, bizim çizdiğimiz sınırlar içinde hareket etmelisin, bir tarım ülkesi olarak kalmalısın” denilmiş oldu.
Menderes’i alaşağı edip darağacına yollayanlar, getirdikleri modele “ikinci cumhuriyet” adını verdiler... (Darbe destekçisi gazetelerin tümünde “ikinci cumhuriyet” ifadesi yer alıyordu...) Oysa “üçüncüsünü” idrak ediyorduk.
Daha doğrusu, 61 anayasasıyla birlikte “üçüncü cumhuriyet” kuruldu.
Evet, görece “demokratik” bir anayasa yapıldı, kuvvetler ayrılığı ilkesi tahkim edildi, işçiye “sendikal örgütlenme” hakkı getirildi, bireysel özgürlükler tanındı ama bunlar sadece “görüntü”den ibaretti.
Süreç içinde, kuvvetler ayrılığı ilkesi “kuvvetler hiyerarşisi”ne dönüştü ve hiyerarşinin en tepesine “yargı” yerleştirildi. Sendikal örgütlenme hakkı ve bireysel haklar yargının inhisar alanına girdi, icra heyetinin üzerinde birtakım “konvansiyonlar” oluşturuldu ve hükümetlerin icra yetkisi konvansiyonların iznine tabi kılındı. Bir anlamda, vesayet “kurumsallaştı” ve “millet iradesi”nin önünde görünür görünmez barikatlar kuruldu. (Bir “Senato” uygulaması vardı mesela. “Paralel parlamento” işlevi görüyordu... Görevi, birinci parlamentonun yaptıklarını yıkmaktı.)
Üçüncü cumhuriyetle birlikte, ayrıca, darbe üreten sistem, anayasal güvenceye kavuşturuldu... (Bkz. Kenan Evren’in yaptığı anayasa...)
İkinci cumhuriyetin “yıktıklarını” tahkim etme hedefiyle gelen üçüncü cumhuriyet, darbenin kurumsallaştığı ve sistematik hale geldiği bir “kâbus dönemi”dir. Bu dönemde dört konvansiyonel darbe, bir postmodern darbe, yürürlük imkânı bulamamış onlarca darbe girişimi ve sayısız muhtıra yaşadık...
İlaveten iç savaş, binlerce yargısız infaz, gözaltında kayıplar, düşünce yasağı, inanç yasağı, dil yasağı, açlık, işsizlik, enflasyon, ağır seyreden ekonomik kriz, büyük devalüasyonlar, kısa ömürlü hükümetler ve “vesayet altında” tutulan bir parlamento.
Bazılarının gönlü hoş olacaksa tekrarlayalım:
Dün itibariyle kurulan (ille bir isim vermemiz gerekecekse) dördüncü cumhuriyettir.
Dolayısıyla yenisiyle birlikte üçüncü cumhuriyet, yani darbe üreten sistem sona ermiş, halkın iktidarına imkân tanıyan yepyeni dönem başlamıştır. Ve “68 yıllık kâbus” sona ermiştir.
Milletimizin gözü aydın!