ABD Başkanı Trump’ın 2018 sonu açıkladığı “Suriye’den çekiliyoruz” kararı, yeni yılın ilk haftası bitmeden buharlaşmaya başladı. Daha şimdiden geride kalan şeyin, ABD’nin Suriye’de yürüttüğü kokuşmuş politikanın artıkları olduğu anlaşılıyor.
Obama döneminden kalma birkaç bürokratın istifası; YPG-PKK’nın sahipsizken bir hiç olduğunun ispatı ve “en önemlisi PKK ile DEAŞ, PKK ile Esed arasında fark olmadığının aşikar olması” dışında henüz hiçbir somut yansıması da olmadı zaten açıklamanın.
***
Trump’ın “Suriye’den çekilsek de Kürtleri korumak istiyoruz” şeklindeki açıklamasını Ulusal Güvenlik Danışmanı John Bolton’un “çekilme Kürtlerin güvenliğinin garanti edilmesi koşuluna bağlı” ifadesi izledi.
Batı cephesinde değişen bir şey yok yani: “Süper güç” ABD, paçasına yapıştığı terör örgütüyle birlikte batmaya kararlı görünüyor. PKK’nın 1970’lerin sonundan itibaren kendini Kürtlerin temsilcisi -hatta diğer meşru Kürt siyasetçileri, önde gelenleri öldürerek edinmeye çalıştığı- “Kürtlerin tek temsilcisi” iddiasını/palavrasını ciddiye alıyormuş gibi yapıyor.
Ama PKK’nın ne olduğunu, ABD’nin ne yaptığını herkes aynı netlikte olmasa da aynen görüyor.
***
PKK’yı kamufle etmek için atmadıkları takla kalmadı ama sonuç değişmedi. Terör örgütünün adını en son, içinden “demokrat” geçen SDG’ye çevirtmiş olsalar da PKK, PKK’dır. PKK, ABD’nin de terör örgütleri listesine aldığı örgüttür. PKK’ya destek veren devlet suç işler ve ABD şu an açıkça hem uluslararası hukuku hem ABD yasalarını çiğneyerek suç işliyor.
Suriye coğrafyasında PYD-YPG adını alan terör örgütü PKK’nın ta kendisidir. KCK çatısı altında yapılanmış, kuruluşundan hedeflerine, liderinden insan ve para kaynaklarına kadar aynıdır. Etiket değiştirmek malın niteliğini değiştirmez.
***
PYD-PKK Kürtlerin temsilcisi değildir, hiç olmamıştır. PYD’nin eski eş başkanı Salih Müslim’in PYD’den kaçıp Türkiye’ye sığınan ağabeyi Prof. Dr. Mustafa Müslim’in sözleri bu konuda önemli bir veridir: PYD Suriye’deki Kürtlerin en fazla yüzde 10’unu temsil eder. Kürtler arasında bir gücü yoktur. Tek gücü, elindeki silahı, Kürtlerin mallarına, çocuklarına el koyması, muhalifleri tutuklaması. Yoksa bu kadar Kürt DEAŞ’tan olduğu gibi PKK teröründen de kaçıp Türkiye’ye sığınır mıydı? Türkiye kapısını Kürtlere açmasa Kürtler soğuktan ve açlıktan ölürdü.
***
Resmi makamların verdiği rakamlara göre “PYD-PKK teröründen kaçıp Türkiye’ye sığınan Suriyeli Kürt sayısı 300 binden fazla”. Bunların 30 bin kadarı AFAD’ın Suruç kampında kalıyor. Aralarında Kürt Ulusal Konseyi (ENKS) bünyesinde faaliyet gösteren partilerin temsilcileri de var. Hepsi de PYD-PKK bölgeye hakim olduktan sonra kapattığı, kendisine tabi olmayanları tutuklayıp sürdüğü, öldürdüğü partilerin ve sivil toplum yapılarının mensupları.
Zaman zaman medyaya demeç de veriyorlar. Söyledikleri gayet net: “PYD, PKK’dır. SDG adını alan PKK bize eziyet, çocuklarımıza tasallut etti. PYD’nin ne Kürtlerle ne Suriye ile alakası yoktur, PKK ile vardır. Yoksa ne diye Suriye’de işgal ettikleri yerlere Öcalan’ın posterini, PKK’nın bayrağını assınlar?”
***
Suriye sahasında doğrudan bulunan iki devlet var; Rusya ve Türkiye. Ve bu iki devlet PKK-PYD’nin çözüm masasında olmaması konusunda anlaştı. Türkiye’nin ısrarlı takibiyle pek çok zorluğa rağmen yürüyen ve işi anayasa yazım aşamasına getiren Astana/Soçi mutabakatında yani Suriye’nin geleceğinde PKK-PYD’nin yeri yok.
Ama Kürtlerin var. Teröre bulaşmamış Suriyeli Kürtler Suriye’nin siyasi çözümünde yer alacaklar. 15 Kürt partisinin adının yazılı olduğu listeyi Rusya’ya Türkiye verdi. Üstelik İran da istemiyor PYD-PKK’nın masada olmasını.
PKK-PYD’nin Kürtlerin temsilcisi değil katili olduğunu en iyi Kürtler biliyor. Türkiye Fırat’ın doğusuna girdiğinde Boltongiller de öğrenir.