Emekli Büyükelçi ve eski CHP milletvekili Şükrü Elekdağ, hukuk davası gibi başlayan Zarrab davasının, Erdoğan’ı indirmeye dönük siyasi bir davaya dönüştürüldüğünü, arkasında da Amerika ve İsrail’in bulunduğunu söylüyor.
Elekdağ’ın “tarihî” diye nitelenebilecek açıklamalarının satır başlıkları şunlar: “Her konuya Cumhurbaşkanı Erdoğan'ı karıştırmak istiyorlar. Hedef Erdoğan. Bunu kabul edelim, hazırlanalım. / ABD, Obama döneminden itibaren Cumhurbaşkanı Erdoğan'ı Atlantik sistemi içinde güvenilir bir lider ve müttefik olarak görmüyor. Onu yıkmak için elinden geleni yapıyor. / Ben Amerika'da 10 sene görev yaptım. Amerikan Kongresi'nde İsrail aleyhine konuşamazsınız. Amerika ile dostane işler yürütmek için İsrail ile güzel ilişkiler yürütmek zorundasınız. Bu bir gerçektir.”
Bilmem hatırlar mısınız, CHP genel başkanı Kemal Kılıçdaroğlu geçen yıl İngiliz The Times gazetesine konuşmuş, Türkiye’yi demokrasiye döndürme sözü vermişti.
Mavi Marmarakrizi döneminde de İsrail basınına konuşmuştu...
Soru şu:
Kılıçdaroğlu Türkiye’yi nasıl demokrasiye döndürecek?
Seçim kazanıp iktidara gelerek mi?
O halde, “gayrı meşru” ilan ettiği anayasayla seçime girecek ve çıkan sonucu kabullenecek.
Böyle mi anlamalıyız?
Hayır... Bir parçası oldukları uluslararası provokasyonlarının sonuç vermesini, yani “Erdoğan’ın devrilmesini” bekleyecek.
Bunun “alıştırmalarını” yapmıştı. Eline tutuşturulan FETÖ tapelerini Meclis’te, grup konuşmalarında, basın toplantılarında okumuş, FETÖ patentli “yargı darbesi”ne lojistik destek sunmuştu. Bir Cumhuriyet savcısı da çıkıp, “Yasaların ve ahlakın suç saydığı bir fiili işliyorsunuz Kemal Bey” dememişti.
Bu fiili hep işledi.
İcabında tezvirat yaptı.
İcabında yalan söyledi.
Emniyet ve yargıdaki FETÖ yapılanması sorulduğunda, “Bu konuda elimde belge yok. Belge olmadan yorum yapmam doğru olmaz” dedi ama elinde belge olmadan AK Parti hükümetini DEAŞ terör örgütüne silah ve mühimmat yardımı yapmakla suçlayabildi.
Bir zamanlar “İslamcı-liberal” kontenjanından bu mahallelerde dolaşan, sonra fikir ve tıynet değiştirip “CHP-FETÖ” çizgisine kayan (şu an bir FETÖ sanığıdır) bir arkadaş, Kemal Bey’e özel hayat bilgilerini de içeren birtakım sorular yöneltmişti.
Sorulardan biri şuydu: “Erdoğan’ın gazetecilere açtığı davalar hakkında ne düşünüyorsunuz?”
Şöyle düşünüyormuş:
Siyasetçiler mutlaka hoşgörülü olmalıymış. Mesela Özal... Özal, hakkındaki çirkin karikatürleri bile severmiş, hatta duvarına asarmış... Erdoğan öyle miymiş? Herkese dava açıyormuş. Dava tehdidiyle gazetecileri susturuyormuş. Bu faşizmmiş...
Peki, kendisi hiç dava açmış mı?
Hayır, açmamış...
Hakaret kastı taşıyanlar hariç, hatırlayabildiği kadarıyla, kimse hakkında dava açmamış.
Hatta hakaret kastı taşıyanlara bile açmamış. Net hatırlayamıyormuş ama... (Burada düşünüyormuş gibi yapıyor.) Evet, açmamış!
Başkalarını bilmiyorum ama bu satırların yazarı hakkında iki adet dava açmıştı.
Bir hanımefendi için sarf ettiği “altına yatıyor, altına” ifadesinde hakaret görmeyen, “Ayıp değil mi? Niye ağzını bozuyorsun?” diyenleri ilkinden daha ağır sözlerle tahkir eden Kemal Bey, benim “Niçin Türkiye’nin düşmanlarıyla iş tutuyorsunuz?” başlıklı yazımda hakaret vehmedip mahkemeye koşmuştu.
Mahkemeye koşmayacaksa bir şey daha sormak istiyorum:
İngilizlere Türkiye’yi demokrasiye döndürme sözü vermiştin.
Peki, İsraillilere ne sözü verdin?
Ne sözü verdin, hangi taahhüdü istedin?
Mesela, “İsrail devleti bizi desteklerse...” dedin mi?