Terör, hiçbir zaman insan öldürmek için yapılmaz. zira terörün mutlaka bir mesajı vardır. Peki terörü kronolojik olarak incelersek, ortak bir payda ararsak nasıl bir sonuç çıkar?
Şöyle bir zaman projeksiyonuyla; olaylar geriye doğru sarıp o günden bugüne tekrar oynatıldığında nasıl da netleşiyor.
Önce biraz geriye gidelim;
Batı önce 50’lerde, 60’larda kendi “Müslüman Liderlerini” yetiştirdi, eğitti, donattı ve ülkelerine gönderdi.
70'lerde ve 80'lerde kendi adamları yavaş yavaş liderliği ele geçirmeye başlamıştı. Hüsnü Mübarek, Saddam Hüseyin gibi liderler ile İslam dünyası ülkelerinin yönetimlerini ele geçiren dünyanın büyük ağabeyi “”Batı” uzun soluklu bir satrancı başlatmıştı.
80’lerden 2000’lere gelindiğinde kendisi zenginleşen, halkı fakirleşen bir İslam dünyası oluşmuştu. Oysa Hz. Muhammed (SAV)’in İslamında kendisi zenginleşirken halkı fakirleşen bir kral modeli yoktu. Yani Çin malı bir İslam ürettiler. Bu ara dönemde İslam coğrafyası halkları yoksullukla kızdırıldı, kızıştırıldı, mutsuzlaştırıldı.
Ta ki; Arap Baharına kadar.
2000’lere geldiğimizde hatta, 2010’lara yaklaştığımızda "Baksana, İslam dininin hüküm sürdüğü ülkelerde barış yok, huzur yok, medeniyet yok" duygusu bütün dünyaya pazarlanmış ve kabul görmüştü. İslam ülkelerinin halkları bile kendi içlerinde “Biz neden mutlu olamıyoruz, zengin olamıyoruz, medeni olamıyoruz?” sorusunu sormaya başlamışlardı.
Bu ortam hazır olduğunda da 2. plan devreye sokuldu.
O da İSLAMİ TERÖR (!) Bu cümlenin kendi içinde ironik olduğunu, İslam'ın Terörle bağdaşlaştırılamayacağını ben biliyorum, ama batılılar bilmiyorlardı. Kurgu ile, prodüksiyon ile derme çatma terör örgütleri üretildi adeta bir filmin “casting”ini yapar gibi.
Dünyaya videolarla seslenen, V for Vendetta’dan bir sahne gibi tüm dünyaya aynı anda hitap eden Bin Ladin’leri gördük. Sonra başka başka isimlerle İslami Terör (bu tamlama için tekrar tekrar özür diliyorum) aldatmacasına yeni yeni örgütler eklendi. En son IŞİD (DEAŞ) ve Boko Haram’a kadar geldik. Bundan sonra neler göreceğiz bilinmez ama bu örgütler de kullanılıp atılınca yenilerinin üretileceğini düşünmek zor değil.
Kaldı ki DEAŞ’ın vahşi kafa kesme videolarının greenbox (yeşil arkaplan) tekniğiyle çekilmiş olduğu ortaya çıkmasına ve herkes mırıldana mırıldana şüphelerini dile getirmesine rağmen kimse çıkıp o büyük soruyu dünya kamuoyuna sormadı : IŞİD BATININ YAZDIĞI BİR PİYES OLABİLİR Mİ?
Kısacası 11 Eylül 2001'den tutun 7 Ocak 2015’deki Charlie Hebdo saldırısına, oradan da 13 Kasım 2015’deki Paris'deki bombalı saldırılara kadar hepsi bir planlı saldırılar bütününün parçalarıydı. Nitekim en son yaşanan Paris Saldırısından sonra 1 ay geçmedi ki; Fransa'daki seçimlerde aşırı sağcı Ulusal Cephe Partisi (FN) ilk turu kazandı.
Bu ne demek oluyor?
Bu şu demek oluyor, İslam dünyasındaki şiddet algısını arttırarak batı toplumundaki İslam’a yönelik sempatik bakışı yok ettiler önce, sonra tahammülü azalttılar. Şimdi finalde “Onları Burada İstemiyoruz” var.
TÜRKİYE CUMHURİYETİ DEVLETİ BUNUN FARKINDA MI?
Elbette farkında, Başbakan Davutoğlu’nun 2015 Ocak ayında Paris’te düzenlenen ve 50'ye yakın ülkeden devlet ve hükümet başkanının katıldığı yürüyüşte dünya liderleriyle omuz omuza yürümesi, hatta en ön safta yer alması sadece teröre karşı bir duruş değildi.
Onun ardında yatan duruş, “İslami Terör”ün pazarlamasına karşı bir duruştu. Çünkü kim ne derse desin, (nedenleri yukarıda yazılı olduğu üzere) bir çöküntüyü andıran İslam dünyasının en diri temsilcisi Türkiye.
SUUDİ CEPHESİ
Ocak 2015’de Kral Abdullah’dan sonra tahta çıkan Salman bin Abdülaziz el-Suud dünyanın büyük ağabeylerinin pek de işine gelmedi. Açıklanmıyor ama tahta çıktığından beri defalarca zehirlenmeye çalışıldığı biliniyor. Aile bireylerinin Kral Salman’ın azledilmesi için mektuplar yazdığı da öyle.
Bu açıdan baktıktan sonra Hac farizasını yerine getirmek için dünyanın her yerinden kutsal topraklara giden hacı adaylarının 2015 yılı içinde başına gelenleri de tekrar yorumlayalım isterseniz.
Tarih 12 Eylül 2015
Kabede hacı adaylarının üzerine devrilen vinç 107 kişinin ölümüne, 238 kişinin de yaralanmasına neden oldu.
12 gün sonra, yani takvimler 24 Eylül’ü gösterdiğinde bu kez de Mina’da, ‘şeytan taşlama’ sırasında çıkan izdihamda 753 kişi hayatını kaybetti.
Art arda yaşanan bu iki olayda üç mesaj birden vardı.
Birincisi Kral Salman’a, Filistin’de, Suriye’de yaşananlara, İslam coğrafyasının açlık ve sefalet içinde ölümü bekleyen Afrika coğrafyasına yıllarca kayıtsız kalan Suud Kraliyet Ailesinin sessizliğini bozan Kral Salman’a hem içeriden hem de dışarıdan gelen tehditlerin büyük bir yansıması sunuldu.
İkinci mesaj İslam dünyasına idi. “Bakın, sizin en kutlu, en mübarek ibadetinizde bile can kaybı, kan pazarı yaşanıyor.” şeklinde yorumlanabilecek bu mesaj daha pasif, daha sönük ve daha korkak bir müslüman psikolojisi üretmeye yönelikti.
Son mesaj da batı toplumlarınaydı. İslami teröre inanmayan, inanmak istemeyenlere “İslam” dinini kanla, terörle ve ölümlerle birlikte bir de böyle sundular.
PEKİ YA ŞİMDİ?
Önümüzdeki periyotta, 2025’e kadar dünya müslümanlarını zor günler bekliyor. Batı dünyası iktidarlarında sağa kayma ve faşizan yaklaşımın güç kazanması devam edecek. Gelen yönetimler müslümanları ezmeye, yıldırmaya çalışacak. “ONLARI BURADA İSTEMİYORUZ” paranoyası daha kolay müşteri bulacak.
Tüm bu senaryoları uç uca koyduğumuzda İslamiyeti ortadan kaldırmaya, dünya tarihinin tozlu raflarına kaldırmaya yönelik bir üst senaryo çıkıyor ortaya.
Kısacası Batı dünyası, üzerinde uzun yıllardır çalıştığı İslamsız bir dünya modeline ulaşmak için yoğun bir biçimde çalışıyor. Hatta tatbik ettikleri bunca senaryonun üzerine kendilerini zafere de çok yakın hissediyor.
Bu oyunun farkında olup adımları ona göre atmak, çok daha güçlü ve vizyoner hamleler yapmak gerekiyor.
TÜRKİYE HAMLESİ
Peki bunca hamleyi yapan bir üst akıl Türkiye’de hamleler yapmıyor mu?
Elbette yapıyor.
Son 3-4 yıldır sürekli kullanılan “KATİL DEVLET, DİKTATÖR ERDOĞAN” argümanı adeta bir iletişim ajansının mutfağından çıkmış gibi.
Yabancı basının olduğu yerlerde yabancı gazetecilere sordurulan “Sizin için diktatör diyorlar, diktatör müsünüz?” sorularının amacı cevap almak değil, bu algıyı derinleştirmek.
Şu anda batı toplumlarında bu algı ağızda çiğnenmeye başlamış bile, “Suriye’de Esed neyse Türkiye’de de Erdoğan o” algısını yutmak üzereler. Daha düne kadar Türkiye’yi develerin üzerinde gezilen bir ülke olarak bilen bilgisizliğe sahip olan batı toplumuna bu algıyı vermek pek de zor olmasagerek.
Esas üzücü olan, bu büyük oyuna çanak tutanların da meclis çatısı altındaki bazı vekillerden ve halkın haber almak için okuduğu bazı yazar-çizerlerden oluşması. Adeta bu ihalenin taşeronluğunu (belki farkında olarak, belki de olmayarak) üstlenen ve bu görevi layıkıyla getirdiği takdirde, amaç da hasıl olursa ortaya çıkacak yeni senaryoda daha iyi rol bulabilmek karşılığında yapıyorlar.
Batı büyük senaryoya ulaşmak için Erdoğan’sız bir Türkiye, Erdoğan’sız bir ortadoğu ve Erdoğan’sız bir İslam coğrafyası istiyor.
Mesele başkanlık, mesele iktidar olmak, mesele alınan oy filan değil. Esas mesele ciddi, çok ciddi.
Uyanalım, gün çoktan doğdu!