Beşiktaş’ın sahaya yayılışı, Porto zaferinin getirdiği özgüvenle; “Sahada ben varsam, gerisi teferruattır” havasını taşıyordu. Evet, belki çok yüksek tempolu, hatta aşırı baskılı da değildi ama; oyunun mutlak patronu olduğunu gösteren bir olgunluğu, sakinliği, kendinden emin tavrı vardı.
Babel bildiğimiz oyun tarzının daha dışında; istekli, coşkulu, bir şeyler yapma arzusu içindeydi. Eskiden top ayağına geçtiğinde harekete geçerdi, dün topsuz oyunda da vardı. İleri savunma örgüsü içinde bile, iştahlıydı.
Quaresma da, bıçkın seri dalışların gözde adamı olarak; rakip savunmanın keyfini kaçıran, düzenini bozan adamdı. Yakın ve hatta yapışkan markajda bile, etkin ortalar yaptı. Golünü de attı. Beşiktaş’ın savunmasında, Medel alkışlanıyordu... Adriano’nun sakatlanıp erken çıkışı bile hissedilmedi.
İşler/sistem/hesaplar iyi gidiyordu.
***
Baktığınız zaman, ilk yarı içinde Konya’nın pozisyonu yoktu. Fakat, Beşiktaş büyüsünün psikolojik baskısı altında eğilip bükülmeden, çoğu kez bakımlı/tutarlı/anlaşılır atak organizasyonları yaptı. Belki bunlar, sonuç getirici nihai üretime yaramadı ama; en azından, mücadelenin seyredilir olmasına sevimli katkılar sundu. Maçı sıradan olmaktan kurtardı.
***
Konyaspor’dan Ferhat, o kritik faulünde hakemden sarı kart gördü ama; ortada “Bariz gol şansı” kuralı gereği, kırmızı görmesi gerekiyordu. Hakem, sarı göstermesine gerekçe olarak Ali Turan’ı işaret etti. Fakat onun bulunduğu mesafe, sonraki müdahale için bayağı uzundu... Yani kural güme gitti.
Neyse ki; Beşiktaş işini avanta ya da avantajla görmeye ihtiyaç duyacak bir durumda değildi. İşini biliyordu.