Nasıl ki Avrupa'da seçim dönemleri yabancı düşmanlığı artıyor, göçmen karşıtı politikalar seçim malzemesine dönüşüyorsa Türkiye'de de Suriyeliler bu ırkçı popülizmin kurbanı oluyor. Mültecilerle ilgili uzun zamandır devam eden ajitasyon ve provokasyonlar artık ciddi boyutlara ulaşmış vaziyette. CHP'nin, gerekli koşulların oluşmasından, savaşın sona ermesinden, güvenliklerinin sağlanmasından bahsetmeksizin, Suriyelileri geri gönderme vaadi göçmen karşıtlığı meşrulaştırdı ve toplumu provokasyona hazır hale getirdi en sonunda. Bu işler böyle olur zaten. Durduk yere toplumsal olay, infial çıkmaz. Arkasını araştırırsanız illa ki bir zaman ayarlı düzenek bulursunuz. Nitekim İstanbul İkitelli'de yaşanan hadise bu tip bir provokasyondu. 12 yaşında Suriyeli bir çocuğun küçük bir kıza tacizde bulunduğu iddiasıyla başlayan olaylar, Suriyelilere ait dükkanların yağmalanmasına ve bazı kişilin yaralanmasıyla sonuçlandı. Olay ancak Çevik Kuvvet'in TOMA ile müdahalesi sonucu sakinleştirilebildi. Oysa ortada ne sözlü ne fiziki taciz vardı. Ama toplum psikolojisi küçük bir kıvılcımın büyük bir yangına dönüşmesine müsait hale getirildi.
***
Nasıl oldu bu? Muhalefet önce özellikle seçim dönemlerinde Suriyelilerle ilgili münferit olayları öne çıkartarak toplumda Suriyelilere karşı negatif bir algı yerleştirdi. CHP ve İyi Parti bu konuda başı çekti. Türkiye genelinin altında olmasına rağmen Suriyelilerin işledikleri suçlar, sosyal medyanın da yardımıyla toplumun sinir uçlarına dokunacak şekilde verildi. Oysa Suriyelilerin suça karışma oranı nüfuslarına kıyasla yüksek değil düşük oldu hep.
Türkiye'deki Suriyelilerin çoğunluğun genç erkeklerden oluştuğuna dair de toplumda bir kanaat oluşturuldu. "Onlar ülkelerini savunmuyorlar ama Türk askeri onlar için ölüyor" üzerine kurulu bir ajitasyon bu. Yılbaşı akşamı Taksim Meydanı'nda kutlama yapan Suriyeli gençler üzerine üretilen ve ülke geneline yayılan söylem "Bizim askerimiz ölüyor onlar eğleniyor temalıydı." Oysa mahalle aralarında, hayvan bağlasan durmayacak rutubetli bodrum katlarında, eski kömürlüklerde ederinin çok üstünde kiralara oturan Suriyelilerin ekseriyeti çocuk ve kadınlardan oluşuyor. Pek çoğunun babası, kardeşi, eşi Esed, İran, Rusya, DEAŞ ve PKK tarafından şehit edilmiş. Ayrıca Türk askerinin Suriye'deki varlığı bizatihi kendi sınır güvenliği ve jeopolitik çıkarlarını muhafaza etmek için. Yani İdlib'de de Cerablus'ta da, Afrin'de de kendimiz için varız.
***
Şöyle bir savunma yapılıyor, ırkçılık ithamından kurtulmak için: "Biz Arap'lara karşı değiliz ama onlar da huzursuzluk çıkartıyorlar. Plajlarda, mahallelerde rahatımız kaçtı onlar yüzünden." Irkçılık tam da bu zaten. Sosyal medyada gördüğü, plajda nargile içen bir Arap delikanlısının fotoğrafı üzerinden, ki o fotoğrafın sahte olma ihtimali de çok yüksek, "Kızlarımızın namusuna göz dikti bunlar" cümlesini kurduğunuzda katıksız ırkçılık yapmış oluyorsunuz. Suç varsa suçlu ya da suçlular vardır. Suçlunun kimliği üzerinden suçu bir ırka genellediğinizde bunun adı ırkçılık olur, başka bir şey değil. Ve ırkçılık insanlık seviyesinin en gelişmemiş halidir.
Ayrıca Türkiye'nin etnik ve dini kimlik haritasına baktığımızda görülecektir; Suriye'deki savaştan kaçıp ülkemize sığınmış kim varsa tamamı bizim soydaşımızdır. Kürtler, Araplar, Türkmenler, Çerkesler... Hangisi için bizim soydaşımız değil diyebiliriz. Kafkaslardan, Balkanlardan, Yunanistan ve Bulgaristan'dan gelenlerden bir farkı yoktur bunların. Suriyeliler aleyhine toplumu ajite eden siyasetçilerimizin arasında göçmen olanların sayısı da az değildir nitekim.
Göçmenlere yük olarak bakmak sadece ırkçılık da değildir. Nüfus hareketlerini ekonomik ve siyasi sermaye olarak değerlendirebilecek vizyondan yoksun olmaktır aynı zamanda.