1950 yılında Şii orta sınıf bir ailenin oğlu olarak, Bağdat’ın güneyindeki Hindiya’da doğdu. Dedesi, Hasan Abdullah Muhassin, din adamı, şair ve aktivist olarak 1920’li yıllarda İngiliz işgaliyle mücadele etmiş önemli bir isimdi, onun etkisiyle siyasete çok genç yaşta girdi, 1960’lı yılların sonlarında İslami Dava Partisi’nin genç ve etkin elemanlarından biriydi.
Partinin Şii kesiminin gözüpek savaşçısı olarak Saddam Hüseyin liderliğindeki Baas hareketine karşı direnişin de önemli isimlerindendi. 1979 yılında Baas partisinin kendisini infaz edeceğini öğrenince Ürdün üzerinden Suriye’ye kaçtı, oradan, Baas’a karşı “İslami-Şii” gerilla direnişinin güçlenmesini sağlıyordu, 10 yıl sonra onu, İran’ın başkenti Tahran’da gördük...
1980 yılında Baas rejimi tarafından gıyabında idama mahkum edildi, bu durum, rejimin yıkıldığı 2003 yılına kadar sürdü, Saddam Amerikan-İngiliz ittifakı tarafından yıkıldı, o da ülkesine dönüp Irak siyasetinin en önemli ismi olarak göreve başladı...
Nuri el-Maliki, 2006-2014 yılları arasında Irak’ın kaderini çizen politikacıdır, onun yaptıkları, bugün ülkenin yaşadığı derin istikrarsızlığın ana nedeni olarak karşımıza çıkıyor.
DEAŞ’ı o güçlendirdi
Nuri el-Maliki,başbakanlığı süresince, Irak ordusunu “Şiileştirme” programı uyguladı, İran desteğindeki Şii milis teşkilatı Haşdi Şabi’nin güçlenmesinin yolunu açtı. Şii Bedir Tugayları komutanı Hadi el-Amiri bugün de sağ kolu olarak varlığını koruyor. Sünni toplum, büyük baskı altına alındı, Sünni lider, Tarık el- Haşimi düzmece nedenlerle idama mahkum edildiğinde Türkiye’ye kaçmıştı bile... Devamında Kürtler’in üzerine yürüdü...
Nuri el-Maliki, arkasında Washington ve Tahran’ın olduğunu gördü, pervasız davrandı, Sünniler ve Kürtler’in “Irak ile gönül bağlarının kopmasına” neden oldu.
2014’te DEAŞ, onun Irak’ta oluşturduğu bu kaos ve baskıcı ortamda kendine yol buldu, Sünni toplum, Şii baskısına karşı korunmanın yolunu bu kanlı terör örgütünün şemsiyesi altında bile buldu.
Irak ordusunun Şii askerleri açısından Musul “kendi toprakları değildi...” Bu nedenle DEAŞ’ın saldırısını göğüslemektense kaçmayı tercih ettiler, Ortadoğu denklemine bu kanlı örgütü sokan gelişmeler sonucunda ise ABD ve İran’dan gelen baskılara dayanamayıp yerini Haydar el-İbadi’ye bırakmak zorunda kaldı.
Bugün de güçlü adam
Nuri el-Maliki,perde gerisinde kalmış olsa da bugün siyasi olarak Irak’ın en güçlü adamı, “kingmaker” görevini sürdürüyor, onun onaylamadığı bir ismin başbakanlık koltuğuna oturması mümkün değil. Bu durum, doğal olarak Sünniler ve Kürtler açısından derin bir endişe kaynağı... Musul’a Haşdi Şabi’nin geldiği bir jeo-politik ortamda kendilerini güvende hissetmiyorlar ve her iki kesim de herkesi şaşırtan tercihler ortaya koyabilirler...
Barzani’ye kızmakta haklıyız ama
Erbil sokaklarındaki İsrail bayrakları rahatsız edici. “Bağımsız Kürdistan” serüveninin bir gün “Büyük İsrail” projesine dönüşeceğini biliyoruz. ABD-İsrail ittifakının ve Avrupa’nın yakın gelecekte bu projeyi zorlayacağının farkındayız.
Yani, Barzani’ye kızmakta haklıyız...
Bunu, çok yakın geçmişin, Irak’ta yaşayan Kürt ve Sünniler’in hafızalarına kazınmış trajedi yüklü anılarını göz ardı ederek değerlendiremeyiz.
İran’ın saldırganlığı, buna sırtını dayayan Nuri el-Maliki ve Beşar Esed gibi isimlerin yaptıkları karşımıza bu gelişmeleri getiriyor.
Ortadoğu’nun Sünni ve Kürtleri, emperyalizm tarafından Şii Haşdi Şabi (Hizbullah) ile Sünni radikal DEAŞ arasında sıkıştırıldılar ve kanlı bir oyunun kurbanı yapıldılar.
Bu, bir gerçektir ve Türkiye olarak stratejimizi gerçekler üzerinden yürütmek durumundayız.
Sünni ve Kürt coğrafyayı kaybetmek gibi bir lüksümüz yok, aksine, onlarla konuşma kanallarını açık tutarak bu kaostan birlikte kurtulmanın yollarını aramak zorundayız. Bu süreçte ne Beşar Esed’den ne de Nuri el-Maliki’den bize hayır gelir.
Büyük devletiz... İşi zamana yayarak emperyalizmin karşımıza çıkardığı bu tuzağı vakur duruşla ama sakin, aşabiliriz.
Dünya ve bölge ülkeleri net olarak bilmeli: Bizi çiğnemeden bu bölgede harita değiştiremezsiniz.
(BARZANİ’YE NOT: Attığın taş, ürküttüğün kurbağaya değmedi. Ama yaşamının en büyük hatasını Erdoğan’a yalan söyleyerek yaptın. O, yalanı affeden, çökmüş güveni tamir eden bir karakter değil. Hele Kerkük’e el atman bir siyasi intihardı. En iyisi, çekil, kırılmış vazoyu aklı başında muhataplarla tamir edelim, kendini ve çevreni değil, Kürt halkını düşünüyorsan bunu yaparsın.)