Genç tarihçilerimizden Koray Şerbetçi, “Osmanlı’nın İngiliz’le İmtihanı” kitabında, İngilizlerin; koskoca imparatorluğu savaşmadan nasıl yıktığını anlatmış.
Özetlemeye çalışayım…
Dünyayı sömürmelerine engel olan Osmanlı İmparatorluğu’nu tasfiye etmek istiyorlardı ama çelimsiz bir krallık olarak bunu, savaş meydanlarında başarmaları mümkün değildi.
Yeni bir strateji geliştirip işe “sıfırdan” başladılar.
William Harborne, 1578’de bir Osmanlı beyefendisi kıyafeti ile İstanbul’a geldi.
Zamanla güvenini kazandığı Sultan III. Murat’tan, İngiliz iş adamlarının(!) Osmanlı devletinde her çeşit ticareti yapmalarına imkân tanıyan bir mektup alarak ülkesine döndü.
Bu mektup sayesinde, Krallığın gözetiminde uyguladıkları “Osmanlı kıyafetine bürünme” yöntemiyle iki asır boyunca, bütün Osmanlı coğrafyasında cirit attılar.
Burada “Osmanlı kıyafetine bürünme” metaforunu biraz açmakta yarar var.
Ali Ağa’nın İngiliz oğlu…
Britanya’dan devşirilen zeki çocukları her yıl Osmanlı’dan Hindistan’a kadar bütün stratejik devletlere gönderdiler ve İngiliz büyükelçisine zimmetleyerek; birer “yerli” gibi yetiştirip devletin kritik noktalarında istihdam ettirdiler.
Bir örnek...
Dönemin İngiliz büyükelçisi, elçilik görevlisi Ali Ağa’yı çağırır ve yanındaki devşirme John’u göstererek, “Ali Ağa, bu çocuğun adı İbrahim’dir ve senin oğlundur. Bu çocuğu tıpkı kendi çocuğun gibi yedirecek, giydirecek; âdet ve geleneklerinize göre yetiştireceksin. Para derdin olmayacak. Ayda bir, gece bana getireceksin”der ve teslim eder.
Aynen büyükelçinin dediği gibi yetiştirilen İbrahim, 30 yaşına geldiğinde ana dili(!) Türkçenin yanı sıra, Arapça, İngilizce ve Fransızcayı da çok iyi bilen bir müderristir artık!
Bu süre içerisinde her ay büyükelçiye götürülmüş ve babasına(!) verilen bol harçlıklarla eve dönmüştür.
Her yere “çip” yerleştirdiler
İnce siyaseti sebebiyle etrafındakilerin “Sarı Yılan” dediği İbrahim, Hariciye Nâzırlığında mütercim olarak göreve başlar.
(Bu görevlendirme üzerine İngiliz büyükelçisinin, Osmanlı sadrazamı Mustafa Reşit Paşa’ya, “Ali Ağa’nın oğlu İbrahim’in Bâb-ı Âli’de görevlendirilmesine çok sevindim, teşekkürlerimi arz ederim” demesi de çok ilginçtir.)
İngilizler, Osmanlı’nın en hassas noktalarına “John İbrahim” gibi binlerce “çip” yerleştirdiler.
Daha neler neler…
Kuş aşkıyla kendini dağlara vuran(!) ama ne hikmetse; kuşlardan ziyade kritik bölgelerin haritasını çıkarmakla meşgul olan ilim adamı Mr. Bury’lerden takva ehli bir şeyh(!) olarak cami cami dolaşıp fitne tohumları eken Lawrence’lere kadar, farklı zamanlarda farklı biçimlerde uyguladıkları, “Osmanlı kıyafetiyle serbest faaliyet” yöntemi sayesinde 6 asırlık devleti savaşmadan yıkılmanın eşiğine getirdiler.
“Vekalet” sistemine geçtiler
Bu yöntem size de çok tanıdık gelmedi mi?
FETÖ’nün 40 yıllık hıyanet yolculuğu da, İngilizlerin bu sinsi yöntemine benzemiyor mu?
Benzeme değil, ta kendisi.
Takıyeciliğin anavatanı olan İngiltere hâlâ aynı taktikleri uyguluyor ama artık “vekalet sistemini” kullanıyor.
Artık “devşirme John”ların yerine, yerinden devşirmeleri kullanıyor; çayın taşı ile çayın kuşunu vuruyor.
Sanki parçalar şimdi daha iyi oturuyor.
Sevgili Koray’ın kitabını okurken, 25 yıl önce bir büyüğümün, dünyamıza hışımla dalan bu “yeni tip dindarlar” hakkındaki, “Nasıl bir İngiliz oyunu oldukları, zamanla anlaşılır” sözü aklıma geliyor.