Rahip Brunson’un hukuki durumunu bilmiyoruz... FETÖ üyesi midir, bir “yardakçı” mıdır, Türkiye’deki casusluk faaliyetinin kılıflı neferlerinden biri midir, tertemiz ve gadredilmiş bir din adamı mıdır?
Bilmiyoruz.
Kaldı ki, bunun bir önemi yok.
En azından, mahut gerilim bağlamında bir önemi yok.
Çünkü konu bir rahibin “mağduriyetini” aşıyor...
Çünkü Türkiye-Amerika geriliminin temelini yargı kararları oluşturmuyor.
Mahut gerilimi sıradan bir “tutukluluğa” indirgersek, konudan uzaklaşırız ve meseleyi anlayamayız.
Ev hapsi kararını “memnuniyetle” karşılayan ama yeterli görmeyen müttefikimiz, Brunson olmasaydı da, Türkiye’nin cüretini cezalandıracak (!) “malzemeler” bulacaktı.
Malzeme mi yok?
İstesin, Meclis’i bombalayan teröristleri bile kullanır.
Müttefikimizin derdi, “hukukun hiçe sayılması” filan değil.
Müttefikimizin derdi, Türkiye’nin cüreti...
Daha doğrusu, Türkiye’nin yönelimi ve dış politika tercihleri...
Çünkü farklı ülkelerdeki yargı kararlarını “mağduriyetler” ekseninde okuma hakkına sahip en son ülke Amerika’dır...
Şanlı tarihine milyonlarca “ölü beden” sığdırmış bir devletten söz ediyoruz... “Demokrasi götürüyoruz” kılıfıyla dünyayı ateşe boğan, gündüz gözüyle okyanusun ortasında “işkence adaları” kurmuş bir devletten... Demokratik değerleri takmayan; uluslararası hukuku, BM kararlarını ve insan hakları ilkelerini iplemeyen, metazori yöntemlerle petrol zengini ülkelerin parasına çöken bir “haydut devlet”ten söz ediyoruz...
Ne hukuku?
Ne mağduriyetleri?
Brunson’un durumu Amerika’nın umurunda bile değil...
Müttefikimiz (özetle) bizden şunları istiyor:
Siz, eskiden ne güzel “peyk”tiniz ve kanat ülkesiydiniz. Haddinizi hududunuzu bilin, büyümeyin, sanayinizi geliştirmeyin, enerji işlerine bulaşmayın, “savunma gereci” üretmeyin, verilenle yetinin ve Batı’ya bağımlı kalın.
Biz istersek ülkenizde darbe yaptırırız, istersek demokrasinin önünü açarız. Keyfimize karışmayın... Amerika’nın çıkarları o an neyi gerektiriyorsa, ona uygun pozisyon alırız ve bunu sorgulama, hele pozisyonumuzu değiştirme yetkisine sahip değilsiniz.
Hava savunma sistemine sahip olmayan tek NATO ülkesi sizsiniz.
Bulgaristan ve Yunanistan’ın S-300’ü var...
Sizin olmamalı.
Bulgaristan ve Yunanistan hava savunma sistemleri konusunda Rusya’yla işbirliği yapabilir.
Siz yapmamalısınız... Bunu aklınızdan bile geçirmemelisiniz...
İncirlik üssünü istediğimiz gibi kullanırız. Bu üsteki faaliyetlerimizi denetleme ve gözetleme hakkına sahip değilsiniz. İstersek terör gruplarına servis yaparız, istersek FETÖ darbesine karargâh hizmeti sunarız. Aramızdaki yazılı anlaşmalara uymak gibi bir yükümlülüğümüz bulunmuyor. Eski yönetimlere hesap vermedik, şimdikine mi vereceğiz?
Sınırlarınızdaki PKK’yı ağır silahlarla donatırız. İstersek üzerinize salarız.
Karışamazsınız.
Sınırlarınız içindeki terör saldırıları için örgüte “silah ve mühimmat” desteği sağlarız.
Karışamazsınız.
FETÖ liderini istersek iade ederiz, istersek etmeyiz.
Bize baskı yapamazsınız.
Siz Türkiye’de casusluk yaparken yakalanan Amerikalıların kılına dahi dokunamazsınız ama biz ABD’yi ziyaret eden bankacılarınızı bile yargılayıp hapse tıkarız.
İsrail ve İran politikalarınızı bizim keyfimiz belirler.
İsrail’e dost, İran’a düşman olmalısınız.
Kendi kafanıza göre dünya ülkeleriyle iş tutamazsınız. Rusya’dan enerji ithalatını derhal ve koşulsuz durdurmalısınız. Çin ve Hindistan’la kredi anlaşmalarını iptal etmelisiniz. Sıcak para ihtiyacınızı, sadece, yüksek faizle IMF’den tedarik edebilirsiniz... Ki, o da bizim iznimize tabidir.
(….)
Uzatılabilir ama “şimdilik” kifayet eder.
Hülasa, Muharrem İnce’nin Amerikalıları, tıpkı soğuk savaş döneminde olduğu gibi, teslimiyetçi, koşulsuz biat eden, üretmeyen, ekonomisini ve demokrasisini geliştirmeyen, Batı’ya göbekten bağlı bir Türkiye istiyor.
Bu Türkiye’ye razıysak, Amerika’yla yeniden “sıcak ve sağlam bir ilişki” tesis edebiliriz.
Değilsek, devam!