Seçim bitti... İçinde “seçmen davranışı”, “İmamoğlu niçin kazandı?”, “AK Parti nerede hata yaptı?” ifadelerinin geçtiği değerlendirmeler de, tedricen azalacak ve etkisini kaybedecek...
Gerçek gündemimize dönmenin zamanıdır...
Ha, “muhalefet cephesi”, İstanbul’u kazanmış olmanın sevincini ve zafer sarhoşluğunu bir süre daha yaşayacaktır; anlaşılabilir bir durum bu... Bir süre böyle devam etsinler. Ama yine de (neresinden bakarsak bakalım), ağır bir gündem bizi bekliyor.
Muhalefet cephesi ne düşünüyor?
S-400’den F-35’e, Doğu Akdeniz’den Suriye'ye, FETÖ'den PKK'ya çok sayıda problemle boğuşuyoruz.
İstanbul adayları İmamoğlu, bu konulardaki bilgisizliğini ya da aldırışsızlığını sergileyen bir-iki zayıf açıklama yapmış, sanki bunlar Türkiye’nin meseleleri değilmiş havası uyandırmıştı ama muhalefet cephesinin ne düşündüğü, bu problemlere nasıl katkı sunacağı merak konusudur...
Bunu, ikide bir “davranışları” masaya yatırılan seçmen de merak ediyor...
Seçmen her zaman kazandırmaz.
Bazen de kaybettirir.
Dolayısıyla muhalefetin “gerçek gündemimiz” konusunda ne düşündüğü önem arz ediyor.
Bugünkü başlığımız şu olsun:
Nasıl oldu da ya da ne değişti de Amerika’yla bu noktaya geldik?
Bir diğer ifadeyle, müttefikimiz ve stratejik ortağımız Amerika bize niçin bu kadar kızgın?
Sadece Amerika değil... “Bileşenleri” de kızgın.
Bu “bileşenler”in içine, kendilerine “Türk solu” adını veren emperyalist uşaklarını da dahil edebiliriz.
Hatırlayalım...
Rahip Brunson krizinde, Amerika’dan gelen yaptırım kararını bazı solcu arkadaşlarımız “Gol” diye alkışlamışlardı.
Bir darbe olsaydı ya da tahayyüllerindeki ekonomik kriz gerçekleşseydi, huzura ereceklerdi.
Kambersiz düğün olur mu? “Yaptırım” kararını sevinçle karşılayan odaklardan biri de HDP’ydi... Meclis’te bulunan partiler, mahut kararı bir bildiriyle kınadılar ama HDP katılmadı.
Ülkelerinin yanında olacaklarına dair Meclis’te “namusları ve şerefleri” üzerine yemin edenler, yeminlerinin gereğini yerine getirmediler.
Bunlar da “solcu” geçiniyor. Yani “Kürt solu”nun mümtaz temsilcileri... Aralarına aldıkları güya antiemperyalist çakallarla birlikte Amerika’nın yaptırım kararını alkışladılar ve bu ihaneti namuslarıyla bağdaştırdılar...
Kendilerine “sosyalist” süsü veren dangalaklar 27 Mayıs’la övünürler, bu darbeyi “devrim” sayarlar (bu darbenin “devrim” olduğuna ilişkin Anayasa Mahkemesi’nden karar çıkartmışlıkları bile vardır), darbecilerin yaptığı anayasayı “gelmiş geçmiş en özgürlükçü anayasa” kabul ederler ama 27 Mayıs’ın en sofistike tarafından kotarılmış bir Amerikan darbesi olduğunu hatırlarına getirmezler. Üstelik Menderes’i Amerikancılıkla suçlarlar...
Sadece 27 Mayıs mı?
12 Mart da bir Amerikan darbesiydi.
12 Eylül zaten bir Amerikan darbesiydi.
Bu konuda tartışma yok...
28 Şubat ha keza...
Fakat kendilerine “anti-emperyalist” süsü veren solcularımız, 28 Şubat’ın “irtica karşıtı” bir hareket olduğunu ve tamamen “yerli malzemeyle” kotarıldığını zannediyor. Daha doğrusu, bu şekilde “pazarlıyor...”
Bu darbede aparat olarak da, “yiğidim aslanım” çığırışları eşliğinde kitleleri meydana toplayıp gaza getiren bazı detone sesli türkücüler kullanıldı.
Müttefikimiz ve stratejik ortağımız Amerika bize çok kızgın...
Bunu anlıyoruz...
İlk kez bir darbeyi tamama erdiremediler...
İlk kez bir darbede aparatlarıyla birlikte suçüstü yakalandılar...
İlk kez hesap verme mevkiine itildiler...
Bunu anlıyoruz da, “Amerika S-400 konusunda bizi sıkıştırsın da, gidişleri daha çabuk olsun” diyen anti-emperyalist solcularımızı anlamıyoruz, ihanetlerini tevil etmekte güçlük çekiyoruz!