Çocuktuk, büyüklerimizin konuşmalarından büyük bir belanın içinden geçmekte olduğumuzu anlıyorduk. Soğuk Savaş, yüzünü önce 27 Mayıs “vesayet amaçlı” darbesiyle göstermiş, devamında da “nükleer savaş” denilen bir kavramla karşılaşmıştık. Takvimlerin 1962 yılın gösterdiği günlerde Türk halkı ilk kez, topraklarında Amerikan yapımı 15 adet nükleer başlıklı Jüpiter füzesi olduğunu öğreniyordu!..
Menderes hükümeti,1959’da iki önemli anlaşma imzalamıştı: Türkiye’yi Kıbrıs’ta “garantör” kılan 11 Şubat tarihli Zürih ve Amerikan nükleer füzelerinin Türk topraklarına yerleştirilmesini öngören 25 Ekim tarihli “gizli” Paris anlaşmaları.
Amerika, bu anlaşmalardan kısa bir süre sonra Menderes’in darbeyle yıkılmasına destek verdi, iki siyaset arkadaşıyla birlikte asılmasını ise seyretti!..
Babalarımızın ülkemizi bir nükleer savaşın hedefi haline getiren uygulamayı öğrenmesi için 1962 Küba Krizi’nin patlaması gerekiyordu. Sovyetler, Küba’ya yerleştirmek istediği nükleer füzelerin gerekçesine Türkiye’deki Jüpiter’leri taşıyınca ortalık karıştı.
Bitmedi... Soğuk Savaş’ın bu ölümcül riskini taşıdığımız günlerde, 21 Aralık 1963’te Kıbrıslı Rumlar, Türklere saldırdı, ünlü “Kanlı Noel” patlak verdi!.. Türkiye, 1959 Zürih Anlaşması’ndan kaynaklanan “garantörlük” hakkını kullanmaya hazırlanınca da, dönemin başbakanı İnönü, 5 Haziran 1964’te ABD Başkanı Johnson’dan mektup aldı. ABD, Türkiye’nin Kıbrıs’a müdahale etmesi halinde karşısında kendini bulacağını ifade ediyordu!.. Tamamlayıcı bilgi, ABD Küba Krizi pazarlığında Türkiye’deki Jüpiter füzelerini geri çekmek zorunda kalmıştı, yani, Sovyetler’e karşı artık, topraklarımızı nükleer riske sokmaya ihtiyacı yoktu...
Silah ambargosundan bugüne...
Uzatmayalım, ABD’nin politikası, Johnson Mektubu’nda olduğu gibi sürdü. 1974 Kıbrıs Harekatı’ndan sonra da NATO’nun en güçlü ordularından biri olarak kabul edilen TSK’ya 1975-1978 yılları arasında “silah ambargosu” koydu.
Bugün, gelişimini gururla izlediğimiz milli ve yerli savunma sanayinin kurulması yönündeki ilk çabalar, o, silah ambargosu ile başladı.
Gelişmede, kurumsal yapılanmasını sağlayan merhum Özal’ın ve konuya büyük emek veren Erdoğan’ın tarihsel önemleri vardır.
Her şerden bir hayır doğar, doğrudur, milli ve yerli savunma sanayi kavramı o şerden doğmuştur.
Milli gemi projesi MİLGEM, uzayda dünyayı gözleyen GÖKTÜRK, MKE’nin konvansiyonel silah ve mühimmat ihtiyaçlarının tamamını çözümlemesi, artık ROKETSAN’ın füzelerini taşıyan BAYRAKTAR veya ANKA İHA’ları, TÜBİTAK SAGEM’in geliştirdiği dev bilişim projeleri, benzer çalışmalarıyla öne çıkan HAVELSAN, artık bir dünya markası ASELSAN’ın birer mekatronik şaheseri ürünleri, zırhlı araç üretiminde devleşen BMC veya FNSS, sahillerimizi bekleyen ONUK veya KAAN botları, FIRTINA obüsleri destekçisi POYRAZ’lar, ATAK helikopteri, ALTAY tankı... Yeni projelerle milli savaş uçağını hazırlayan TUSAŞ-TAI...Saymakla bitmez...
15 yıl önce milli ve yerli savunma sanayi TSK’nın ihtiyacının yüzde 24’ünü karşılıyordu, bugün yüzde 55’ini...
Kıbrıs’a çıktık diye silah ambargosu yedik, bugün El-Bab’a kadar indik, Karaçok ve Sincar dağlarındaki teröristlere füze yağdırdık, “çıtını çıkaran” yok!..
Bu işler böyledir... Ordunuzun arkasına milli ve yerli savunma sanayinizi koydunuz mu, karşıdan gelen yüksek seslerin yerini homurdanmalar alır... O kadar...
IDEF’17 hayırlı olsun...
Milli ve yerli savunma sanayinin görücüye çıktığı IDEF’17 yarın (8.Mayıs.2017) kapılarını açıyor. İki yıl da bir gerçekleştirilen bu fuarın 13’ncüsü Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın himayesinde...
Dünya bir kez daha, bu bölgedeki “güçlü Türkiye” gerçeğiyle tanşacak...
Savunma sanayinin, mühendisinden, bilişimcisine, ustabaşısından işçisine, yatırımcısından proje geliştiren ve uygulayan beyinlerine tüm emek verenlerini selamlıyorum...
Onlar olmasa, içte ve dışta bize karşı zorlanan tüm tehditlere bu kadar kolay meydan okuyamazdık...
Mehmetçik, ülkesi ve milleti için canını ortaya koyduğu o savaş alanlarında arkasında onu destekleyen, onu koruyan, riskini azaltan dev bir sanayinin olduğunu biliyor.
1975’te Türkiye’ye karşı silah ambargosu kararını alan ABD Başkanı Gerald Ford’a, ona bu karara zorlayan dönemin Amerikan Kongresi üyelerine ve tabii ki onları kullanan Yunan-Rum ve destekçileri Ermeni lobilerine teşekkür ederiz.
Bizi, 2’nci Dünya Savaşı sonrasındaki Marshall yardımlarıyla girdiğimiz uykudan uyandırdıkları için...
IDEF’17 hayırlı olsun...