10 yıl önceydi, merkezi Ankara’da bulunan, NATO Terörizmle Mücadele Mükemmeliyet Merkezi’nden1 saatlik konferans için çağrı aldım, şansa bakın, tam da cumhurbaşkanlığı seçimi sürecinde yaşanılan, 12 Nisan 2007 Muhtırası’nın sabahına denk geldi iyi mi?..
Olsun. Gittim ve beni bekleyen tüm NATO ülkelerinden gelmiş üst düzey subaylarla, İsrail, Gürcistan, Azerbaycan gibi Barış İçin Ortaklık Programı bünyesindeki meslektaşlarına verdim o konferansı.
Çağrılma nedenim, PKK terör örgütünün kanlı saldırılarının zirve yaptığı 90’lı yıllarda üst düzey medya yöneticiliği yapmam ve medyanın böyle bir ortamda iç savaşı önleyecek yayın stratejilerini anlatmam talebiydi. Genel görüşleri, yaşanılan koşullarda bir iç savaşın yaşanması riskinin yüksek olduğu ve Türkiye’nin bu konuda tam bir başarı öyküsü yazdığı yönündeydi.
Oradaki general ve albaylara kısaca şunu söyledim:
Bir ülkede iç savaşı, öngörülerin aksine, azınlık değil, çoğunluk hareketi çıkartır. Çoğunluk, sahibi olduğuna inandığı devlet güçleriyle medyanın, azınlık hareketi karşısında zafiyet içinde olduğunu fark ettiği an harekete geçer ve o azınlık grubunun üzerine yürür. 90’lı yıllarda TSK, kamuoyuna zafiyet işareti vermedi. Medya ise çoğunluğun düşüncesinin yanında yer aldı. Akşam haberlerinde gelişmeleri bizden alan kamuoyunun büyük çoğunluğu, herkesin üzerine düşeni yaptığını görünce, rahat bir ruh haliyle yaşadı. Burada önemli olan, bizim medya olarak, PKK’yı ülkedeki Kürt kimliğinden ayrı, dış güçlerin maşası, küresel saldırıların silahı olarak tarif etmemiz ve haber dilinde asla PKK ile Kürt kelimesini bir arada kullanmamamızdı. Bu tutum, sivillerin yaşamın içinde karşı karşıya gelmesini önledi.
“Terörizmle Mücadelede Medyanın Rolü”başlıklı konferansım boyunca çıt çıkarmadan not aldıklarını, yaklaşık 30 dakika da soru yağmuruna tutulduğumu hatırlıyorum.
Bu anıyı neden anlatıyorum?
Çünkü bu ülkede aklına her esenin, en ufak bir olay karşısında bile “iç savaş” kelimesini gevelemesinden artık sıkıldım.
“İç savaş”teorisi ciddi bir kavramdır, gördüğüm kadarıyla bizde siyasi muhabbetlerin vazgeçilmez geyiği haline gelmiş durumda…
15 Temmuz: Tipik örnek
Çoğunluğun “devlet zafiyeti” karşısında kendiliğinden, kimseden bir emir almadan, önceden örgütlenmeden, gönüllü birliktelik içinde harekete geçmesine tipik örnek 15 Temmuz direnişidir. Aralarındaki tüm siyasi, hatta kaşınmaya çalışılan etnik/dini ayrılıkları bir kenara bırakıp, darbecilerin tanklarının önüne çıkan halk, işgal amaçlı darbe girişiminin “cuntacı azınlık” tarafından “çoğunluğun milli iradesine” karşı gerçekleştirildiğini anlamış ve müdahale etmiştir.
Vatansever askerlerin kışlalarda, vatansever polislerin de halkla birlikte sokakta bu direnişe büyük katkısı olmasa, darbecilerin müdahalesi 24 saatten uzun sürseydi, “iç savaş” riski gerçekleşirdi.
Büyük olasılık, emperyalizmin B Planı da buna dayanıyordu ama çok şükür bu yaşanmadı, millet, bekasına dönük saldırıyı kısa zamanda püskürttü.
Bu nedenle, 15-16 Temmuz 2016 günlerinde sokağa inmiş, memleketin korunmasında bedenini siper etmiş sivil halkın cezai sorumluluklardan korunmasını hedefleyen KHK’ya “linç mangaları koruması” yakıştırılması açık FETÖ’cülüktür. (O iki gün içinde 39 darbeci ölü, 46’sı da yaralı ele geçirilmiş, en ufak bir yağma yaşanmamış, bir ay süren demokrasi mitinglerinde bir tek cam bile kırılmamıştır, millete ayıptır bu söylenenler.)
İç savaş falan çıkmaz, Meral Hanım...
Ülkenin hangi siyasi görüşten olursa olsun, çok büyük ekseriyeti, üç ana noktaya odaklanmış durumda: 1- FETÖ ile mücadele aralıksız sürecek, 2- PKK nefes alamaz hale gelecek, Suriye-Irak’tan kaynaklanan tehditler sıfırlanacak, 3- Ekonomi bütün saldırılara direnip, gelişecek, refah düzeyi yükselecek.
Sokaktaki adam buna bakar. İşin başındakiler bu üç noktada üzerlerine düşeni yaptıklarını gösteriyorsa da kendi işine bakar. Zaten şu anda yaşanılan budur. (Sahi, Süleyman Soylu neden sürekli hedefte, ekonomi bakanları neden bir Kemal Derviş kadar önemsenmiyor?)
Kim, kime silah çekecek, kim kimin canına hangi gerekçeyle kast edecek?
Geçiniz…
Kafkasya ve Balkanlar’daki gerçek iç savaşlarda görev yapmış bir gazeteci olarak uyarıyorum: “İç savaş” lafını bırakın!..
O berbat, kirli, insanlık onuruna aykırı, büyük yıkım getiren kavramın sakız çiğner gibi iki de bir kullanılmasını Anadolu-Trakya’nın “bilge insanları” asla hak etmiyor.
Bu ülkenin insanları, bazı siyasiler, akademisyenler, yazar-çizer takımı veya böyle bir felaket için çok uğraşan emperyalist işbirlikçileri gibi kafayı yemedi…