Olur mu demeyin, kendi merakınız yoksa, okuduğunuz bölüm sosyoloji dahi olsa İbn Haldun'un adını dahi duymadan mezun olabilir, üzerine sosyoloji master'ı dahi yapsanız İbn Haldun'la ilgili tek satır okumamış olabilirsiniz. Nasıl mı?
Türkiye'de sosyoloji öğrenimi, okuduğunuz üniversiteye göre değişiklik arz eder. Dersini aldığınız hocanın meşrebine göre tanıştığınız literatür farklılaşır. Bu bir yere kadar anlaşılır bir durumdur.
Kimi okul uygulamalı sosyolojiye ağırlık verir, kimisi daha teorik bir alt yapı kazandırır. Okulların akademik kadro stoku, öğrencilerin kazanımlarını da etkiler. Sosyoloji çok canlı ve devamlı biriken bir literatür, dolayısıyla dört senede alacağınız dersler neyi ne kadar kazandırabilir, bu da ayrı bir konu. Ancak dört yıl lisans, iki yıl da yüksek lisans öğrenimi görüp hiç İbn Haldun dersi almadıysanız daha doğrusu okuduğunuz okul sizi İbn Haldun'la tanıştırmadıysa burada ancak bilinçli bir tercihten söz edilebilir.
Çünkü bazı okullarda sosyoloji bölümlerinin vazifesi sosyolog değil solcuyetiştirmektir. Maksist literatürü hatmedersiniz, "ortodoks Marksitler" ile "revizyonist Marksistler" arasındaki tartışmaları dahi öğrenirsiniz ancak coğrafya ve iklimin insan tabiatına etkisini ilk kez kuramsallaştıran, devletlerin ve milletlerin yükseliş ve gerileyiş süreçlerini belli ilkelere göre açıklayan, toplumsal dayanışmayı ilerleme ve gerilemenin merkezine koyan asabiye teorisinin sahibi ilk tarih felsefecisi ve sosyolog İbn Haldun'u bilmezsiniz.
Sosyoloji tahsiline kartezyen düşüncenin önemli isimlerini okuyarak başlarsınız; aklın yolunun pozitivizm olduğunu söyleyen geniş bir literatür karşılar sizi. Auguste Comte'lar, Durkheim'lerden sonra, Spencer'lar, Proudhon'lar gelir... Sekülerizmin ilerleyişi ile dinin gerileyeceği bir postüla olarak sunulur size. Sonra da zaten çağdaş liberal ve Marksist düşünürler geçidi başlar.
İstanbul, Marmara Üniversitesi ve Yıldız Üniversitesi'ni hariç tutarsak yurt dışında tanınan önemli üniversitelerimizde İbn Haldun'a pek sıra gelmez.
Açılışını Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın yaptığı İbn Haldun Üniversitesi'nin, sosyal bilimlerdeki bu körlüğü gidermesini ve kendine, tarihine toplumuna yabancılaşmış değil Batı ve Doğu'yu aynı anda okuyabilen, mukayese ve murakabe edebilen zihinler yetiştirmesini temenni edelim.
Akif Emre'ye şahitliğimiz
Zamansız ölüm yoktur. Gelmişse ölüm kapıya, vaktinde gelmiştir mutlaka. Sıralı ölüm duası etmemizin sebebi, ölümün vaktine değil de geride kalanların duyacağı ızdıraba dairdir.
Akif Emre'nin ölümü kuşkusuz yakınları ve sevenleri için sıralı ölümün sükunetiyle karşılanamadı. Çünkü henüz ununu eleyip eleğini asacak yaşına daha çok vardı. Entelektüel bir zihnin eleğini asması mümkün mü, o da ayrı bir konu.
Akif Emre yeni başlangıçlar yapacak kadar üretken bir dönemindeydi üstelik. Mustafa Şahin'in, oğlunun ölümüyle başladığı yazma orucunu açtığı Haberiyat'taki köşesi dolayısıyla ben de daha sık bakar olmuştum Akif Emre'nin ümmet coğrafyasına açılan penceresine...
Kalp krizi, hayatın hızlı aktığı dönemler için Allah'ın vesile kıldığı bir ölüm şekli, vücudun kendi içinde yaşadığı bir trafik kazası sanki.
Akif Emre, geçirdiği kalp krizi sonucu dünya hayatına veda etti ve onu tanıyan tanımayan herkese bir nasihat bıraktı. Entelektüel merakın ölçülülüğü, yapıcı eleştirinin şifası, ümmet coğrafyasına açılan bir ufuk ve kırıp dökmeden, dostluklara zarar vermeden yürünen yolun bereketi.
Arkasından kurduğumuz bu cümleler ahret yolculuğunda ona şahitliğimizdir.