Bütün seslerin sonu nedir? Sessizlik…
Her doğum hangi sona çıkar? Ölüme…
Bu böyledir; İnsan doğarken avazı çıktığı kadar ağlasa da ölüm dünyanın tüm uğultularına son verir.
Peki, yaşarken elde edilen para, şan, şöhret, kariyer, mal, mülk insanı mutlu eder mi? Ruhunu doyurur mu? Orada bi durmak lazım.
‘Parayla saadet olur’ diyenleriniz varsa şayet, durun ve imparatorlara yaraşır bir servetin sahibi olmasına rağmen aradığı huzuru bir türlü bulamayan Bay Gog’a kulak verin.
Bay Gog da kim?
20. yüzyılın ilk yarısının en tartışmalı edebi simalarından ve ateşli polemikçilerinden biri olan İtalyan yazar Giovanni Papini’nin aynı adı taşıyan roman kişisinin adı Gog.
İlk yayın tarihi 1931 olan adlı roman, ihtişamlı bir hayat süren, maceraperest, cesur, risk almaktan kaçınmayan, ancak etrafı yalaka ve dalkavuklarla dolu Amerikalı bir milyarderin gerçeklik arayışını konu ediyor.
Türkiye’de ilk kez tiyatroya uyarlanan Gog, Tiyatral Sanatlar Akademisi Vakfı tarafından seyirciyle buluşturuldu. 2015 yılında faaliyete başlayan vakıf, geçen sezon Mehmet Akif Ersoy’u konu edinen ‘Sürgün’ adlı oyunu da sahnelemişti.
Gelelim geçen hafta Zorlu PSM’deki galada izleme fırsatı buluğumuz Gog’un konusuna…
Para, şan ve şöhret içinde yüzse de malikanesinde can sıkıntısından patlayan Amerikalı milyarder Gog, (yakın arkadaşının vasiyetinden de etkilenerek) hayatın anlamını ve gerçeği anlamak üzere yola çıkar. Gerekirse bu uğurda tüm servetini harcamaya karar veren Gog, kimi zaman rahip, kimi zaman tüccar, hatta dilenci kılığına bile girerek dünyayı dolaşır. Öylesine ısrarlıdır ki (belki işin sırrı deliliktedir diye) kendine özel bir tımarhane bile hazırlatır.
Baktı ki olmuyor, fikir değiştirip, bu kez, mesleğinde başarılı, dünya çapınca icatlara imza atan bilim adamı ve sanatçılarla görüşmeye karar verir. Görüştüğü kişilerin vakıflarına yüklü miktarda bağışta bulunarak, ünlü psikiyatrist Freud’dan yazar Knut Hamsun’a elektriği icat eden Edison’dan dahi fizikçi Einstein’a kadar, dahi olarak gördüğü insanlarla bir araya gelir, onlarla hayat ve gerçeklik üzerine sohbetler eder.
Gog, arayışını sürdürürken tiyatro izleyicisi de bilim, sanat, mutluluk, yaşam, ölüm ve gerçeklik üzerine kendi düşüncelerini sorgulama imkanı bulur.
Freud, Dali, Einstein… Hepsi aynı sahnede
Zorlu bir oyun Gog. Hem metin, hem de dramaturji bakımından… Ancak Devlet Tiyatrosu ve Şehir Tiyatroları gibi ödenekli tiyatroların sahnelemeye cesaret edebileceği türden edebi ve felsefe derinliği olan, sıkı ekip çalışması gerektiren bir prodüksiyon. Tarz ve metin itibariyle, Necip Fazıl Kısakürek’in ‘insan beynini kurcalayan’ sorular sordurtan piyeslerini andıran bir derinliği var. Bu bakımdan Gog’u sahneleyen Tiyatral Sanatlar Akademisi Vakfı’nı bu cesur girişiminden dolayı kutluyoruz.
Tiyatral Sanatlar Akademisi Vakfı genç bir tiyatro ekibi. … Gazeteci bir dostum, gala gecesinde, tiyatronun genel sanat yönetmeni Mustafa Odabaşı’nı eliyle işaret ederek, ‘İsteseydi Türkiye’nin sayılı grafik sanatçılarından biri olabilirdi’ deyiverdi. Ben de kendisine ‘Grafikle tiyatronun birbiriyle iyi geçinen iki dost’ olabileceğini söyledim. Odabaşı ile birlikte sanat yönetmenliğinde bir isim daha var: Fatih Kılıç…
Dilek Demirtaş’ın dramaturgluğunda, Zuhal Öztürk’in yönetmenliğinde sahnelenen Gog, Freud’dan, Dali’ye, Picasso’dan Albert Einstein’a, Knut Hamsun’a kadar adete bir karakterler geçidi sunan bir oyun. Başroldeki Abdül Süsler, iki saat boyunca çok yoğun diyalog ve monologları olan rolünün altından başarıyla kalkıyor. Ayrıca, Freud (Kemalettin Caymaz) karakterindeki diyaloglar da son derece başarılı.
Ancak oyunda, izleyici açısından bazı handikaplar da söz konusu. Betül Odabaşı Törk’ün sahneye uyarladığı Gog’taki diyalektik derinlik, fasılasız devam eden, kafa kurcalayan ve iç içe geçen ontolojik soru ve sorunlar seyirciyi bir noktadan sonra yoruyor. Zannımca, biraz sadelik oyuna değer kaybettirmez, aksine, kavrayışı artıracağı gibi başrol oyuncusunu da rahatlatır.
Sade dekor ağırlıklı olarak mapping (dijital yansıtma-barkavizyon) yöntemiyle çözülmüş. Ancak kimi zaman mapping’in gereğinden hareketli ve parlak kullanılması (Edison sahnesinde lambanın yanıp sönmesi gibi) hem göz yorucu, hem de odaklanmayı azaltıcı bir etki yaratıyor. Bir başka mapping sahnesindeki ‘tilt’ (görüntünün aşağı veya yukarı hareketi) sayesinde, bir an için kendimi camlı bir asansörle aşağı iniyormuş gibi hissettim. Uygulamada kimi zaman oyuncuların silüet halinde ve loşta kaldığını da hatırlatalım.
Küçük dokunuşlarla hallolabilecek pürüzler (en azından benim nazarımda) dışında, kostüm tasarımından, oyunculuğa, konu tercihinden makyaja kadar ‘yüksek kalitede tiyatro’ için bir hayli emek harcamış olan Gog ekibini candan tebrik ediyorum.