İnsan zihni ve davranışlarını açıklamada halen en geçerli açıklama biyolojik olanla çevresel olanın birlikte etki ettiği şeklindedir. Psikiyatri/psikoloji tarihi boyunca sadece veya ağırlıklı biyolojik faktörleri veya çevresel faktörleri esas alan yaklaşımlar olsa bile, iki faktörün eş zamanlı ve birbirleriyle dinamik bir etkileşimle etki ettiği yaygın kabul haline gelmiştir.
Biyolojik yaklaşımlar
Biyolojik yaklaşımların en güçlü açıklaması, insan zihninin ve davranışlarının temelde genetik üzerinden açıklanabileceğidir. Örneğin zekanın dağılımı büyük oranda genetiktir. Kişiliğimizin en büyük parçası doğuştan getirdiğimiz mizaç özelliklerimizdir ve mizaç özelliklerimiz büyük oranda genetik olarak belirlenir. Diğer birçok tıbbi hastalıkta olduğu gibi, ruhsal rahatsızlıklarda da genetik yatkınlıkları vardır. Örneğin tek yumurta ikizi bir kardeşte otizm varsa, diğerinde olma ihtimali %60 üzerindedir.
Çevresel yaklaşımlar
İnsan zihni ve davranışlarını açıklamada fiziksel ve sosyal çevrenin de etkili olduğu konusunda pek bir şüphe yok. Esas tartışma bu etkinin ne düzeyde olduğu şeklindedir. Psikoloji tarihinde davranışçılar olarak bilinen ekol, insan davranışlarını büyük oranda öğrenme yoluyla çevresel özelliklerden geldiğini söylemiştir. Örneğin davranışçılığın önde gelen temsilcilerinden olan Watson, “Bana on çocuk verin. İstediği doktor, istediğimi avukat, istediğimi hırsız yaparım” demesiyle meşhurdur. Bu gelenek insan zihnini doğuştan gelen boş bir levha olarak görür (tabula rasa) ve sosyal/fiziksel çevre tarafından bu boş zihnin inşa edildiğini söyler.
Çevresel yaklaşımlara önemli desteklerden biri de stres ve psikolojik travma yaklaşımlarıdır. Acı veren stresli veya travmatik yaşam olaylarının insan zihnini dönüştürerek, ruhsal rahatsızlık hali yaratabildiğini biliyoruz. Örneğin çocukluk döneminde travmatik yaşantılar insan zihnini bölerek, kişide çoğul kimliklerin oluşmasına sebep olabilir.
Biyoloji ile çevre arasında dinamik etkileşim
Biyoloji ve çevre lehine tek taraflı açıklamalar yerine, ikisinin beraber ve birbirleriyle dinamik bir etkileşimle etki ettikleri daha gerçekçi bir yaklaşım. Artık bu konuda neredeyse bir tartışma yok. Esas sorun bu etkileşimin “oluş mekanizmasının” nasıl olduğu şeklinde. Üstelik bu etkileşim şekli her durumda değişiyor. Bazı durumlarda biyolojik etken oldukça belirleyici iken bazı durumlarda çevresel faktörler belirgin ön planda. Örneğin bildiğimiz kadarıyla şizofreni oldukça biyolojik bir rahatsızlık iken, Disosiyatif Kimlik Bozukluğu oldukça çevresel. Ama her ikisinde de diğer boyut azımsanmayacak şekilde var.
Hem ilaç hem psikoterapi
Eğer insan zihninin hem biyolojik hem de sosyal olanı bir arada içerdiği düşünülürse, zihne müdahale biçimlerinin de hem biyolojik hem sosyal olması garip olmaz. Bu sebeple zihnin rahatsızlıkları var olduğunda, biyolojik olana müdahalede ilacın, sosyal-psikolojik olana psikoterapinin müdahale aracı olarak kullanılması meşruiyet kazanır. Aslında bu ayrım bile bir yerde suni bir ayrımdır. Psikoterapinin de beyinde/zihinde biyolojik değişimlere sebep olduğunu biliyoruz.
Ruhsal rahatsızlıkların tedavisinde ilaç karşıtı olmak gerçekçi bir yaklaşım değil. Yapmamız gereken ilaçların ne kadar etkili olduğu ve nerede kullanılıp nerede kullanılmayacağı konusunda daha nitelikli kanaatlere ulaşmak. Etkinlik karşılaştırmaları akılcı ve bilgiye dayalı olarak yapıldığında, kimyasal ve bitkisel tartışmasını yapmak da mümkün. Kanaatimce, ilaç kullanımı konusunda her türlü incelikli ve eleştirisel yaklaşımlar gerekiyorken, ilaçlara mutlak karşıtlık faydalı bir tutum değil. Hele tıbbın diğer ilaçlarına evet deyip psikiyatri ilaçlarına karşıt olmanın savunulabilir bir tarafı yok.