İnsan, ölümlü ve acıların olduğu dünyada, “yaşamanın anlamını anlama” ve “anlamı dikkate alarak yaşama” sorumluluğuna sahiptir. Anlam arayışı fıtratımızda vardır. Bazı insanlar doğamızda olan bu anlam arayışını ergenlikten başlayarak bilinçli çabalarla büyütürken; bazı insanlar ise, bastırıp bilinçten uzaklaştırma eğiliminde olurlar.
Eğer çan eğrisi/spektrumal düşünürsek bir uçta varoluşsal anlam ile yoğun şekilde uğraşma eğiliminde olan insanlar var iken, diğer uçta varoluşsal bir gündemi taşımıyor görünen insanlar vardır. Çoğu insan ise bu spektrumun farklı noktalarına dağılır.
Ölümü unutmaya karşı bilme gerilimi
Normalde insanölümü kabullenmekte zorluk yaşar. Ölüm bizde “dehşet duygusu ve korku” oluşturur. Ölümden sonra yok olmayı dayanılmaz buluruz. Yaşamak isteriz. Hayatta kalmak isteriz. Bu sebeple bir tarafımız ölümün dehşetinden kurtulmak için, “ölümü unutma ve bilincimizden gizleme” eğiliminde olur. Gizil bir şekilde “ben özelim, ölüm benden uzakta” duygusu yaşanır. Ama öbür taraftan ölüm gündelik hayatın içindedir ve bize kendini hatırlatır. Ölüm gerçeği ile tekrar tekrar yüzleşmek zorunda kalırız. Böylece, “ölümü unutma/gizleme ile ölümü bilme/anlamlandırma gerilimi” halinde kalırız.
Yaşam içgüdüsü ile hayatın akışına kapılma
İnsanın yaşam ve ölüm üzerine düşünmeden, yaşam içgüdüsünün peşine takılarak, doğduğu sosyal çevrenin yaşam pratiğinin içinde kalarak, beden hazlarının ve sosyal rollerin peşine düşerek yaşaması mümkündür. Bazı insanlar ağırlıklı olarak bu şekilde yaşarlar. Bu insanlar yaşamın akışı içinde pratik seçimler yaparlar. Kendi üzerlerine düşünmez gibi görünürler. Bedenden gelen dürtülerin doyumu esastır. Varoluşsal sorulara ilgisiz gibidirler. Yaşadıkları çevrenin kendilerine sunduğu cevap ve seçenekleri pratik bir tarzda benimseyip, yaşayıp giderler.
Anlam arayışı güçlü insanlar
Bazı insanlar ise varoluşsal anlama ihtiyacını oldukça güçlü duyarlar. Bu kişiler açlık ve susuzluk hissi kadar hayatı anlamlandırmak güdüsü yaşarlar. Bu insan tipinin iyi örneklerinden biri olan Tolstoy 50’li yaşlarda yaşadığı anlam krizi sırasında şöyle yazar: “Neden yaşamalıyım? Neden bir şey istemeliyim? Neden bir şey yapmalıyım? Yine başka bir ifadeyle: “Beni bekleyen kaçınılmaz ölümle tahrip olmayacak herhangi bir anlam var mı hayatta?”
Anlam arayışına girenlerin seçenekleri
Hayatı ve ölümü anlama ve anlamlandırma çabasına giren bu kişilerin ise önünde iki seçenek vardır. Varoluşun bir anlamı olduğuna veya olmadığına inanmak. Hayatın varoluşsal bir anlamı olmadığına inananlar, insanı ve evreni rastgele var olan, maddeden ibaret görürler. Onlar için bir yaratıcı yoktur. Bu kişilerin önünde iki seçenek var. Birincisi, anlamsız bir hayatta nihilizme sürüklenerek isyan eden bir ruh haline girmek veya anlamsızlık acısına katlanmaya çalışmak. İkinci seçenek ise, seküler bir anlam yaratarak, dünyevi yaşam sürecince “ölüm anksiyetesi” ve “anlamsızlık acısı” ile baş etmek.
Varoluşu yaratıcı ile anlamlandırmak
Varoluşun özel bir anlamı olduğuna inanmak ise diğer ana yol. Bu kişiler yaratıcı bir Allah’a inanarak ve Allah ile bağ kurarak hem hayatı hem ölümü hem de ölümden sonrasını anlamlandırmış olurlar. Evrensel boyutta düşünürsek, bu kişiler için “Allah’ın hak dinini bilme” sorumluluğu doğar. Eğer bu kişi kendini Müslüman olarak adlandırırsa, “yaratılış amacına uygun nasıl yaşarım?” sorusuyla muhatap olur.
Esas olan, hayatı anlam sorusunu sorarak geçirmek değildir. Esas olan, anlama uygun amel etmektir. Ama Müslüman iken de, varoluşla ilgili anlamayı derinleştirmeye ihtiyaç duyarız. Anlama derinliğimiz arttıkça hem manevi alanımız genişler hem de daha sahici müminler olabiliriz.