Kaşıkçı cinayeti Türkiye’nin belirleyiciliğini gösterdi. Suudi rejiminin Trump ile ilişkisini ‘ABD stratejik çıkarı’ ile açıklamak güç.
Cemal Kaşıkçı’nın önceden tasarlanarak İstanbul’daki Suudi konsolosluğunda katledildiğini biliyoruz. Kötülüğün mantığını açıklamak, onu planlayanlara düşer. Temel soru, ‘cinayet emrini kimin verdiği’dir... Suudi Arabistan’ın Kaşıkçı için ‘kavgada öldü’ demesi, olayın sorumluluğunu Kral ve Veliaht Prensten uzak tutmaya çalışması, ciddiye alınacak bir tutum değildir.
Yaşlı Kral Salman’ın olaydan habersiz olduğu, açıktır. Ülkeyi yöneten Prens MBS’nin ise her şeyden haberdar olduğunu, bölgeyi biraz bilen herkes söylüyor. Bu denklemde belirleyici olan, yine Türkiye’dir. Halen gerçeklerin açığa çıkmamasında siyasi çıkarı olan bir Veliaht ve Trump vardır. Türkiye ise gerçekleri ortaya çıkarmanın namus borcu olduğunu ilan etmiştir. Gerçekler, Suudi rejiminin geleceğini etkileyecektir.
Türkiye - Suud ilişkilerinin bu noktaya gelmemesi için Türkiye çok uğraştı. Ancak Suud rejiminin Katar’a haksız abluka ve saldırı; Suriye’de terör örgütüne destek; Mısır’da Sisi rejimine destek; Lübnan’da Hariri’nin sıkıştırılması, Filistinlilere sırt dönülmesi, İran ile gereksiz kavga gibi önemli kırılma noktalarında kaldığı biliniyor.
Ayrıca, Trump yönetiminin Prens Salman üzerinden İsrail’e destek bulması, son gelişmeleri büyük ölçüde açıklamaktadır. Suudi-ABD ilişkilerine bakınca da Trump’ın ABD çıkarlarını mı, yoksa henüz açığa çıkmayan kendi çıkarlarını mı koruduğu, tartışılmalıdır. ‘Suudi Arabistan ABD için önemli’ argümanına karşılık, ‘Hangi Suudi’ sorusunu sormak gereklidir.
Krizden Türkiye başarıyla çıkmış, Türkiye’nin bölgede ağırlığı ve belirleyiciliği artmıştır. Suudi rejimi ise kendi hatalarının faturalarıyla karşı karşıyadır. ABD ise Suudi rejiminin garantörü, patronu konumundadır.
Sevgililer Günü kavurması
ABD’nin Suudi Arabistan’ı keşfedip yakınına alması, 2. Dünya Savaşının son perdesine denk gelir. Savaş, petrolle kazanılmaktadır. ABD Başkanı Roosevelt, Yalta Konferansı sonrası dönüş yolunda petrolü olan ve Sovyet Komünizmine uzak duran Suudi Kralı Abdülaziz’i Süveyş Kanalı’nda yatına davet eder. Kral, Roosevelt’in yatına hediye olarak 8 koyun getirmiştir. Görüşme tarihi 14 Şubat’tır. ABD heyeti kendi arasında ‘Sevgililer Günü’nü idrak eder. Suudi heyeti için, günün anlam ve öneminden uzaktır. Birkaç gün süren görüşme ve muhabbet boyunca bol bol kavurma yenir.
Görüşmeden 2 ay sonra Roosevelt ölür. Sonraki ABD yönetimleri de Suudi Arabistan’ı haritada tutar.
ABD stratejik olarak petrolün akması, petrolün dolarla fiyatlanması, gelirinin kısmen ABD’ye gelmesi ve ABD ile fazla itişilmemesi kaydıyla Suudi Arabistan’ın uzaktan desteklenmesine karar verir. Mekke ve Medine, Suudi’ye İslam Dünyasında ağırlık vermektedir. ABD de bu ağırlıktan yararlanmak ister: Önce Sovyet Komünizmine, sonra da İran’ın 1979 sonrası yönetimine karşı ABD Suudi Arabistan’a kol kanat germiştir.
1973-74 OPEC petrol ambargosu hatırlanır, ancak bu ambargo ilk ve son kahramanlıktır. Batı, bu durumun bir daha tekrarlanmaması için önlem almıştır. Bir daha benzer ambargo mümkün değildir.
ABD-Suudi ilişkileri 1979 İran Devriminden sonra yakınlaştı. Sadık ABD müttefiki Şah kaybedilince, ABD’nin elinde Mısır ve Suudi kalmıştı. İran, Suudi’ye de tehditti.
1979: Sovyetler Afganistan’ı işgal etti, bir yıl sonra da Saddam Hüseyin’in Irak’ı, İran’a savaş açtı.
Afganistan’da Komünizme karşı, Suudi parası ve Usame bin Ladin’in liderliğiyle İslami görünümlü mücadele başladı. Saddam da Suudi parası, diğerlerinin gazı ve kolay zafer umuduyla İran’a saldırmıştı. Afganistan’da Ruslar yenildi, İran’da Irak kaybetti. İkisinin ardından Sovyetlerin çökmesi ve Soğuk Savaşın bitişi tesadüf değildir.
1990: İran Savaşından kalma açık hesapları isteyen Saddam’ın Kuveyt’e saldırması, Suudi-ABD yakınlığını pekiştirdi. ABD kalıcı olarak Suudiye yerleşip Saddam’ı Kuveyt’ten çıkarttı.
2001: 11 Eylül’de New York ikiz kulelere saldıran 19 teröristten 15’i Suudi vatandaşıydı. ABD ‘intikam’ için önce Afganistan’a, sonra Irak’a saldırdı. Irak’a saldırı için İsrail kadar, Suudi de çaba harcamıştı. ABD masrafının çoğunu zaten Suudi ve Körfez ülkeleri karşıladı. Ne de olsa Saddam’dan kurtulmanın bir bedeli vardı. 11 Eylül teröristlerinin Suudi olduklarını ABD halkı hala bilmez. Ama ‘Müslüman’ olduklarını bilir.
Ağustos 2016: ABD Başkanlık seçiminden 3 ay önce New York’taki Trump Tower’da Donald Trump’ın oğlu Trump Jr, üç kişiyle toplanır: İsrailli Sosyal Medya manipülasyon uzmanı Joel Zamel, Lübnan asıllı ‘Lobici’ George Nader ve toplantıyı ayarlayan, Eric Price. Price, karanlık paralı asker şirketi Blackwater’ın kurucusudur... Aslında odada gıyaben iki kişi daha vardır: Suudi Prensi Salman ve BAE veliaht prensi Muhammed. Görüşmenin ana konusu, iki Prensin mesajıdır.. Lobici Nader, iki prensin Trump’ı desteklediklerini ve destekleyeceklerini bildirir. Destek tabii ki Trump’ın sağlığına ve seçim kazanmasına dua etmekle sınırlı değildir.
Mart 2018: The Intercept haber sitesi, ABD Başkanına sunulan günlük istihbarat dosyasında yer alan ‘Prens Salmana muhalif prens ve işadamları’ listesinin damat Jared Kushner tarafından Prens Salman’a verildiğini yazar. İddia kaynaksızdır, ancak Salman da muhaliflerini otelde gözaltına almaya başlamıştır. Sonra Salman’ın yakın çevresine ‘Jared cebimde’ diye övündüğü yazılır. Bu iddiayı Salman yalanlar. ABD’nin önemli bir kısmı, bunun yalan olmadığına inanıyor.
Trump’ın silah satışı gerçek değil
Trump’ın kamuoyuna ‘Suudi Arabistan ekonomimiz, silah sanayimiz için çok önemli’ diye üfürmesine bakmayın. Bloomberg, Suudi ve İsviçre milli gelirinin aynı olduğunu -680 milyar dolar- fark etmiş ve iki ülkenin ABD’den ithalatını karşılaştırmış... Sonuç: İsviçre, Suud’a göre ABD’den daha çok mal alıyor. Üstelik İsviçre, ABD’nin başını hiç ağrıtmıyor.
Trump’ın son Suudi gezisinde ‘bağladığını’ iddia ettiği 110 milyarlık silah satışı da, moda deyimle ‘yalan haber’. Brookings düşünce kuruluşu raporu, 110 milyarın abartı bir miktar olduğunu belgeledi. Suuda asıl silah satan Obama: 8 yılda 112 milyarlık bağlantı yapmış, onun da yarısı gerçekleşmiş. Trump ise Obama listesinden kendi listesine aktarma yapmış. Ayrıca Suud’da şu sıra 110 milyar ödeme yapacak para yok. Hazine boş.
Burada temel soru, Trump’ın Suudi Arabistan’a şahsi kol-kanat germesidir. Bahanesi olan silah satış listesi, gerçek dışıdır. Ulusal ekonomik kazanç iddiasının içi boştır. O zaman Trump ‘silah satıyoruz’ bahanesiyle neyi ve kimi korumaya çalışmaktadır?
Petrol, lobi ve asker
ABD’nin Ortadoğu’yu ‘hayati çıkar alanı’ saydığı ve bütün stratejiyi İsrail’in korunup kollanması üzerine koyduğu bilinir. Arada da petrol ve petrodolar, ilişkinin tuzu biberi olmuştur. Bu hedefleri siyasiler koymuştur. ABD ordusu da bu ‘çıkarları’ korumakla görevlidir.
Ordunun bu görevi ifası için bölgede üs, liman kullanımı ve sınırsız hava sahası, deniz geçiş serbestisi gereklidir. İşte burada da ‘istikrar’ kelimesi ortaya çıkar. İstikrar, ABD ordusunun istediği zaman istediği üssü, hava sahasını kullanma hakkıdır. Ordu ihtiyaçlarının desteklenmesi de ABD dış politikasının hedefi olmuştur. Dış politika ve ordu, birbirini beslemektedir.
ABD Dış Politikasını etkilemenin yolu Kongreden, Kongrenin yolu da paradan ve lobicilikten geçer. Suudi Arabistan’ın bu yolları nasıl kullandığı, son dönemde hayli ilgi çekmiştir.
Trump’ın şuradan buradan asker çekme hikayelerine rağmen bu yönetim, Ortadoğu’daki ABD asker sayısını artırmıştır. Son dönemde bölgede en çok askeri Trump tutmaktadır. Ve baskın stratejik değerlendirmeye göre ABD’nin Ortadoğu’dan çekilmesi söz konusu değildir. Hatta ABD Ortadoğu’ya saplanmıştır, mahsur kalmıştır.