Elbette terör hiçbir problemin çözümü olamaz, olamadı da. Ancak geçmişte, doğu ve güneydoğuda terörü teşvik eden uygulamalar yapıldı, PKK da bunları tepe tepe kullandı.
Ama bugünkü eylemler, devletin 90’lı yıllarda yaptığı bu yanlışlar üzerine bina edilmiş mağduriyet istismarından çok farklıdır.
Günümüzde “terör”ün gerekçesi, yöntemi, hatta silahları bile değişti.
Otuz küsur yıldır “aynı” örgüt ile mücadele ettiğimizi zannetmeyin.
Bu PKK, o PKK değil. Elden ele gezdi, çok değişti…
PKK artık, (yanlış bir yöntem de olsa) içerideki bazı problemleri silahla çözeceğini zannedenlerden oluşan bir örgüt değil, siparişle çalışan bir taşerondur.
Eylemleri de, Kurtuluş Savaşı’nda Türkiye’yi parçalamaya gücü yetmeyen yedi düvelin, yavaşlatılmış işgal yöntemleridir.
Tıpkı 15 Temmuz’da da başka bir yerli uşaklarının suratına çarptığımız hain plan gibi…
Bunları hâlâ klasik terör örgütleri olarak görenler büyük gaflet içindedir.
PKK/PYD, DEAŞ ve FETÖ, farklı formatlardaki düşman askerleridir, sahipleri duruma göre uygun olanı kullanmaktadır.
Herkes yerini yeniden belirlesin
Bu yeni konsepte göre herkes tavrını yeniden belirlemelidir.
Saldırıları yuvarlak laflarla geçiştirip yaldızlı özgürlük nutukları atma dönemi bitmiştir.
Bu ülkeyi önemseyen herkes PKK, DEAŞ ve FETÖ’nün, bizi cephede yenemeyenlerin yeni aparatları olduğunu ifade etmeli ve gereğini yapmalıdır.
Bunu yapan herkes; etnik kökeni, ideolojisi veya siyasi görüşü ne olursa olsun; başımızın tacıdır. Yapmayan isterse kardeşimiz olsun; milletin düşmanıdır.
O halde…
HDP artık meşru bir parti değil, hak etmediği hakları kullanarak Meclis’e sızmış “silahsız PKK’lılar”dır ve hâlâ milletin gözünün içine baka baka terör avukatlığı yapmalarına izin verilirse millet bunun da hesabını soracaktır.
“Ama efendim Avrupa ne der” diyorsanız, zaten Avrupa bizden memnunsa durum vahim demektir.
Hakeza… Bu tarife göre, “gazeteci” gibi görünenlerin çoğu da Kandil’in halkla ilişkiler elemanıdır.
Bu kaşarlı bozguncuların, köşeye sıkışınca HDP ve Demirtaş kankalarına esip gürlediklerine bakmayın, ilk fırsatta asli görevlerine dönecek ve “bağlama” havası çalmaya devam edeceklerdir.
15 Temmuz’da başlayıp, mevsimle birlikte değişen “FETÖ karşıtlıkları” (!) gibi…
Abartılı haberler katilleri sevindirir
Medya da teröre karşı tutumunu değiştirmelidir.
Bana kalsa, bu saldırıları ve devamındaki dramları asla haber yapmam.
Buna “sansür” diyenin geçmişini iyi araştırmak gerekir…
Bahsettiğim şey, şehitlerimize saygısızlık da değildir. Tam aksine, istismarlarını önlemektir.
Mesela, Beşiktaş’taki bu saldırı gazete ve TV’lerde bu şekilde yer almasaydı, sade bir haberle yetinilseydi, teröristler ve sahipleri bu eylemden ne kazanacaklardı?
Koskoca bir hiç…
Dikkat edin, PKK veya DEAŞ’ın saldırısından hemen sonra, “FETÖ’nün askerleri” nöbeti devralır ve iyi bildikleri algı yöntemleriyle, saldırıların etkisini katlama faaliyetine girişirler.
Şehit yakınlarının o asil gözyaşları, dokunaklı fon müziği eşliğindeki yavaşlatılmış cenaze görüntüleri, sadece izleyen hainleri zevkten çıldırtmaya yarıyor.
Bilmem hatırlar mısınız, 2011 yılında Danimarka’daki Roj TV ofisinde ele geçirilen belgede, “Eylemlerin, gazetelere ve TV ana haber bültenlerine yetişebilmesi için 14.30’dan sonraya bırakılmaması” isteniyordu.
Sanırım manşet yarıştıran medya farelerinin asıl amacı şimdi daha iyi anlaşılmıştır...
Psikologlar da, “Terör olaylarının medyada görülmesi yeni etki ve örselenmeye sebep olur” diyor.
O halde gelin hep birlikte terörün reklamını değil, gereğini yapalım…