Son yıllarda başta Fransa olmak üzere birçok Avrupa ülkesinde Yahudi düşmanlığı artıyor. Geçtiğimiz yıl, çok sayıda Yahudi Fransa’yı terk etti. Gelişmeler üzerine Fransa ve AB’de bazı çalışmalar yapıldı ve AB’nin yayınladığı rapor, Avrupa’da en fazla Yahudi’nin yaşadığı Fransa’da en fazla saldırı ve tacizin olduğunu ortaya koydu.
Kendisini güvende hissetmeyen Yahudilerin oranı yükselirken, saldırılar da giderek artıyor. Yahudilerin dükkanlarına, evlerine fiziksel saldırılar yapılıyor, mezar taşlarına gamalı haçlar çiziliyor, sosyal medya üzerinden kişilere yönelik aşağılayıcı saldırıların da dozu yükseliyor.
Geçtiğimiz hafta yaşanan olaylar ise, tabir yerindeyse bardağın taşmasına yol açtı. Sarı Yeleklilerin gösterileri sırasında tanınmış bir Fransız düşünüre sadece Yahudi olduğu için bir saldırı yapıldı. Üst üste yaşanan bu gelişmeler sonunda halk sokaklara döküldü. Aşırı sağcı ve ırkçı parti Front National dışındaki tüm partiler, sendikalar ve sivil toplum kuruluşları Yahudi düşmanlığını kınayan protesto gösterilerine katıldılar. Bu arada belirtelim, Fransa’daki Müslüman Kuruluşları protestoların ön saflarında yer aldılar.
Yaklaşık 80 yıl önce yaşananların bugün yeniden gündeme gelmesi, hem utanç verici hem de insanlığın öğrenme güçlüğü içinde olduğunun kanıtı.
Mesele, yükselen ırkçılık
Konu Yahudi düşmanlığı olduğunda, karşı çıkışların dünya çapında çok daha hızlı ve etkili biçimde organize olduğuna şüphe yok. Aynı tür saldırılar Müslümanlara ya da başka ırk veya dinden olanlara yapıldığında bu denli kapsamlı protestolar olmuyor. Bu ikircikli bakışın ne denli yaygın ve içkin bir durum olduğu bilinmeyen bir gerçeklik değil. Oysa, yabancı düşmanlığı ve ırkçılık “kendinden olmayan” herkesi bertaraf etme anlayışına dayanır. Dolayısıyla ayrımcılığa ve saldırıya uğrayanların siyah, sarı, esmer ya da Müslüman, Yahudi, Budist olmalarının çok özel anlamları yok. Etnik, ırksal ve dini olarak “istenmeyen” olmak yeterli. Irkçılık kendisine düşman bir ırk bulmadan varlık sürdüremez; üstelik çoğu zaman tek bir ırk ya da din grubunu öteki ilan etmek yetmez, bir kaçı birden saldırılacak kesim haline getirilir.
Avrupa’da ırkçılığı tetikleyen konulardan birisinin Afrika ve Ortadoğu’dan gelen Müslüman göçleri olduğuna şüphe bulunmuyor. Göç baskısı altındaki Avrupa’nın bugün içinde bulunduğu “idealsizlik” halinin popülist milliyetçi politikalar üretmeyi kolaylaştırdığı da ortada. Mesele, aşırı sağın Müslüman ve göçmenleri hedef aldığında çok sayıdaki siyasi kanadın ırkçı partilerle benzerlik göstermeye meyil edip, hedefe Yahudiler konduğunda yollarını ayırma ihtiyacı duymalarında.
Yasa çıkarmak yeter mi?
Irkçılıkla mücadele, ayrımcılığın her türüne karşı çıkmakla mümkün olabiliyor. Ancak görüldüğü kadarıyla Fransa’daki hükümet sadece bugün önüne çıkan bu sorunu bertaraf etmeyi tercih ediyor.
Fransa ve AB mevzuatında ırkçılık ve ayrımcılıkla ilgili çok sayıda hukuki belge mevcut ve bunların tümü suçu ve cezasını belirlemiş durumda. Bunları işletmek her zaman mümkün. Ancak Fransa Yahudi düşmanlığına karşı çıkmamayı suç sayacak bir yasa çıkarmaya hazırlanıyor. Dolayısıyla ırkçıların popülizmi ne ise, bu öneri de bir başka biçimdeki popülizme işaret ediyor; yoksa ırkçılıkla genel bir mücadeleye değil.
Ayrıca, kanun çıkarmakla zihinleri değiştirmenin mümkün olacağını sanan anlayışın da tartışılması gerekir. Bu tür yasaları meclise sunanlar, ülkelerini bu hale nasıl getirdiklerini düşünmek yerine, sosyolojik gerçekleri hukukla örtmenin kolaycılığını tercih ediyorlar.