“Barış koridoru” tanımı ilk kez 30 Temmuz’daki MGK toplantısında kullanıldı. Şöyle deniyordu tam olarak: “Suriye sınırımız boyunca oluşan otorite boşluğunun ülkemize yönelik tehditleri artırması sebebiyle, sınır güvenliğimiz çerçevesinde bölgenin tüm terör unsurlarından temizleneceği ve bütün gücümüzle bir barış koridorunun inşası için gayret sarf edileceği hususundaki kararlılığımız teyit edilmiştir.”
Böylece Türkiye, Suriye’de taşeronlar eliyle yürütülen küresel savaşın başından beri talep ve teklif ettiği “güvenli bölge” tarifini de tashih etmiş oldu, iyi oldu. Çünkü evi ocağı yıkılan çaresiz insanların yine kendi topraklarında barınabileceği, her tür tasalluttan emin olabileceği uçuşa kapalı bir bölgeyi vaat ve tarif ediyordu güvenli bölge.
Ama bu yapılmadı, bölge ABD tarafından YPG’ye tahsis edildi. YPG zulmünden kaçan Kürtler, Türkmenler ve Araplar ise Türkiye’nin merhametine sığındı.
Şimdi artık Türkiye hem sınırında Suriyelilerden arındırılmış bir terör devleti oluşumuna engel olmak, hem de misafir ettiği Suriyelilerin güvenli şekilde ülkelerine dönüşünü sağlamak için barış koridorunu genişletecek.
Bu konuda ABD ile uzlaşma sağlansa da yapılacak operasyon, sağlanmasa da.
Cumhurbaşkanı Erdoğan yine net konuştu ve uyardı: “Suriye topraklarından ülkemize yönelik tehditleri kaynağında engellemek için Afrin'e, Cerablus'a, El Bab'a girdik. Şimdi de Fırat'ın doğusuna gireceğiz. Bunu Rusya'yla da paylaştık, ABD ile de. Taciz atışları sürdükçe sessiz kalmamız imkansız. Biz bir yere kadar sabrederiz. O sabrın bir sonu var.”
ABD’den “tek taraflı girişimler endişe yaratıyor” türü açıklamalar gelse de beyhude.
2018 sonundan beridir açıkça “Fırat’ın doğusuna gireceğiz” diyor Cumhurbaşkanı. Türkiye’nin hassasiyetlerini dikkate almayıp terör örgütüne silah sevkiyatını sürdüren ABD’nin “DEAŞ ile mücadele” mazeretinin palavradan ibaret olduğu çoktan aşikar. Türkiye kendi güvenliğini kendisi sağlar.
Nitekim operasyon sinyalleri arttı son günlerde. Zırhlı araçlar ve komandolar sınırda hazır bekliyor ve Ayn-el Arab sınırından güvenlik duvarlarının kaldırıldığı bilgileri geliyor.
Anlaşılan o ki Afrin’den Münbiç’e uzanacak barış koridoru için sadece gün sayılıyor.
Besmeleyle kilise
Avrupa’da, Amerika’da ırkçılık artıp İslam düşmanlığı yükselirken Türkiye inatla ve inançla kendi içindeki zenginliği güçlendiriyor. Avrupa ülkeleri yıkılmakta olan tarihi camilerin onarımını yapmazken, kendi vatandaşları olan Türklerin Müslümanların yeni camii ihtiyacını karşılamazken Türkiye, Hristiyan vatandaşlarının talepleri doğrultusunda kilise inşa ediyor, restore ediyor, yıkılanı ayağa kaldırıyor.
Geçen hafta İstanbul Yeşilköy’de Mor Efrem Süryani Ortodoks Kilise’nin temelini bizzat kendi attı Cumhurbaşkanı. Hem de besmeleyle ve neşeyle! Bu, Türkiye tarihinde bir ilk. Geçen yıl Balat’ta tamamen demirden oluşan Sveti Stefan Kilisesi’ni 7 yıl süren kapsamlı restorasyonun ardından yine kendisi açmıştı Erdoğan.
Keza Van Gölü’nün ortasındaki Akdamar Kilise’ni 11 yüzyıl sonra incelikli bir restorasyonla ayağa kaldıran ve 2007’de açılışını yapan yine Erdoğan’dı. Kilisede yılda bir düzenlenen ayin için oteller şimdiden dolmuş bile.
Dünya farklılıktan korkup içe kapanırken ne mutlu ki Türkiye, çeşitliliğin zenginlik olduğu bilgisi ve büyük bir imparatorluğun devamı olmanın özgüveniyle yoluna devam ediyor.
Hayde Akçakoca’ya!
Düzce, yaşanan sel felaketinin ardından yaralarını sardı, misafir kabul etmeye başladı bile. Özellikle yeşille mavinin buluştuğu şirin bir sahil şehri olan ve İstanbul’a da Ankara’ya da iki saat mesafede bulunan Akçakoca, mavi bayraklı plajlarıyla bayrama hazırlanmış.
Nitekim Düzce Milletvekili Ayşe Keşir’in başını çektiği kampanyanın sloganı da bu; “Hayde Akçakoca’ya”. Kısa bayram tatilini denizde ve yakın yerlerde değerlendirmek isteyenler için iyi seçenek.