Rusya’daki Dünya Kupası başlamadan önce, finalist adaylarımdan biri Hırvatistan’dı... Tahminim tutmuş gibi görünüyor ama, ben öyle kabul etmiyorum. Çünkü onları finalist adayı gösterirken ve Rusya’daki ilk iki maçlarında galip gelirken sergiledikleri futbol; şu andaki Hırvatistan’ı gölgede bırakacak kalitedeydi. Hırvatlar, ilk iki maçtan sonra beni hayal kırıklığına uğrattı. Sergiledikleri futbol, finalist olma gerçeği ile özdeşleşmiyor. Başarılarında, şans faktörü daha hakim unsur oldu... Benim finalist adayım Hırvatistan bu değildi.
***
Fransa ise; çok çok mükemmel oynamasa da, belirli bir standardın altına düşmeden yoluna devam etti. Çok parlak bir genç kuşağı var. Takım oyunu, dayanışma örgüsü, tempo ayarlama gücü, kendine güven duygusu, rakibe uygun strateji derinliği ile; Hırvatistan’dan çok daha oturmuş bir takım... Geçmiş tecrübesi bir başka avantaj!
Yıldızı var, ama, oyunu yıldızlara dayalı değil. Oyun disiplini yüksek düzeyde... Finale çıkana kadar, hiç savruk bir görüntü vermedi. Bir çok güçlü takımın başına geldiği gibi, büyük bir dalgalanma yaşamadı.
Griezmann gibi ünlü bir futbolcunun, takım savunmasına da gösterdiği büyük özen, dinamizm ve sürekli oyunda kalma arzusu; yıldız karakterindeki oyuncularda pek rastlanmayan bir özellik.
Bütün bunlar, Fransa’yı Hırvatistan karşısında doğal favori yapmış durumda... Geçerli teknik argümanlar, bu gerçeği onaylıyor. Futbolun gerçekleri durduk yerde rulmanlarını dağıtmazsa, kupanın Fransa’ya gitmesi doğal sonuçtur.
Hırvatistan yapacağını yaptı. Daha fazlası için, başka bir kupayı beklemesi ve o arada kendisini geliştirmesi gerekecek. Şimdilik bu kadar!