İnsanları peşinen suçlu gösterecek, ya da “Suçludurlar, kalan ömürlerini cezaevinde geçirmelidirler” diyecek halimiz yok.
Nihayetinde “yargılama” devam ediyor.
Savcı iddialarını sıralayacak, “savunma makamı” serdedilen iddialara karşı savunmasını yapacak, hâkim de kararını verecek. Dileriz, hukuku uygun ve adalet duygumuzu zedelemeyecek kararlar çıkar.
Şimdilik bunları söyleyebilirim.
FETÖ’nün medya yapılanması davasında yargılanan gazetecilerden biri, önceki duruşmada, “Seküler bir hayat tarzına sahip olduğunu, dini görünümlü bir yapılanmayla ilişkisinin olamayacağını, ayrıca Fetullah Gülen’den de nefret ettiğini” söylemişti.
Salı günü (yani bugün yapılacak) duruşmada ne söyleyecek, çok merak ediyorum.
Dün, bir gazeteci arkadaşımızın, 73 yaşındaki bu sanığa kefil olduğunu bildiren yazısını okuyunca aklıma geldi:
FETÖ’nün medya yapılanması soruşturmasında ismi geçen gazetecilerden bazıları 70 yaşın üzerinde. Bazıları da “sair hastalıklarla” boğuşuyor.
Kendi adıma, tutuksuz yargılanmalarının, vaki mağduriyetleri önleyeceğini (gidereceğini) düşünüyorum.
Bir Kuddusi Okkır vakası daha yaşamayalım...
Fetullah Gülen’den nefret etmeye yine devam etsinler... Mahkeme bunu “hafifletici neden” yine saymasın... Ama ortada hastalık gibi önemli/hayati bir mazeret varsa, bu durum değerlendirilsin/değerlendirilmelidir.
Buraya kadar, “sanıkların lehinde” bir tutum almış ve evrensel bir hukuk kuralını hatırlatmış oldum.
Fakat sanıkların ifadeleri ortaya çıktıkça şaşırıyorum... Şaşırıyoruz...
Fetullah Gülen’den nefret ettiğini söyleyen bu “sanık hanımefendi” (hem nefret ediyormuş, hem de “FETÖ’nün ne baş belası bir örgüt olduğunu 16 Temmuz sabahı anlamış”), 15 Temmuz’dan birkaç gün öncesine kadar, darbeyi “seçenek” olarak gören “siyasal inanmışlığın” bir neferi gibi çalışıyordu ve üstü örtük ifadelerle Türkiye’yi kaosa götürecek olayları “kurtuluş” (bu iktidardan ve Erdoğan’dan kurtuluş) olarak görüyordu.
Eminim ki, darbe olacağı bilgisine sahipti.
Bunu da, çeşitli “jestlerle” açık ediyordu ve “gelecek”ten söz ederken müthiş bir özgüvenle konuşuyordu.
Bu örgütün (yani FETÖ’nün) darbeci kimliği, 15 Temmuz’dan önce anlaşılmıştı oysa...
17/25 Aralıkgirişimine “yolsuzluk” kılıfı giydirildiği için, hadi diyelim ki örgütün niteliği konusunda yeterli kanaat oluşmadı ya da örgütle ilgili iddialar bazıları açısından “inandırıcı” bulunmadı.
MİT TIR’larına yapılan “saldırı”, durumu net olarak açıklıyordu...
Hem bir “darbeci yapılanma”yla, hem de Türkiye aleyhinde kanaat oluşturan (Türkiye’nin operasyonel gücünü zayıflatan ve Menbiç’in PYD tarafından işgalini kolaylaştıran) uluslararası bir casusluk örgütüyle karşı karşıyaydık.
Bizim süreç içinde anlatamadıklarımızı, 15 Temmuz girişimi anlattı.
Bugün Fetullah Gülen’den nefret ettiğini söyleyen sanıkların, hiç değilse MİT TIR’ları baskını döneminde oluşturdukları kafa karışıklığı için de özür dilemeleri ya da en azından “nedamet duyduklarını” söylemeleri beklenir.
Bunu mahkemeye söylemeleri gerekmeyebilir.
Çünkü “pişmanlık beyanı”nın hafifletici unsur olarak değer ifade edip etmediğini bilmiyorum.
Kendi vicdanlarında “temize çıkmış” olurlar!