Meselenin “siyasi nezaketsizlik” boyutu elbette var...
Fakat iş, siyasi nezaketsizliği aşıyor.
Başka bir “halet”le, başka bir ruh durumuyla karşı karşıyayız.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, İstanbul’un bu halde oluşundan kendisini de (kendi belediye başkanlığı dönemini de) sorumlu tutması ve bir tür özeleştiriye yönelmesi, hayatında “özeleştiriye ve nedamete” yer vermemiş ağzı bozuk taifesi tarafından maksadının dışına taşınacaktı.
Bu sonucu bekliyorduk...
Bekliyorduk da, siyasi nezaketsizliğin küfürle taçlandırılacağını, altındaki imzanın da Kemal Kılıçdaroğlu’na ait olacağını pek konduramıyorduk.
Bir kişi (hele bu kişi, sırtında yumurta küfesi olan ve sorumluluk mevkiindeki bir kişiyse) çıkıp, “İstanbul’a ihanet edildi, bunda hepimizin payı var” diyorsa ve “sorumluluğun” üleşilmesi gerektiğini hatırlatıyorsa, iki tür tepki verirsiniz: Ya sorumluluğunuzun gereğini yerine getirirsiniz/sorumluluğu paylaşırsınız, ya da bu işte payı bulunduğunu itiraf eden kişiyi suçlarsınız.
Kemal Kılıçdaroğlu’nun yaptığını yapmazsınız ama...
Ucuz laf sokmalara yeltenmezsiniz, işi “fırsatçılığa” dökmezsiniz, samimi bir itirafa “ayağınıza gelmiş gollük pas” muamelesi yapmazsınız.
Söyleyeceğinizi söyler, muhalefetinizi yapar, efendice köşenize çekilirsiniz.
Kılıçdaroğlu böyle yapmadı... Yüzünde sinik ve tahammülfersa bir gülümseme, “Hainler bu ülkeyi yönetemez” buyurdu.
İhanetini itiraf edenler bu ülkeyi yönetemezmiş...
Bunu, elinde tuzluk, ülkesine yönelik ihanet girişimlerinin peşinden depara kalkan bir kişi söylüyor.
Fetullah “ayağa kalk” demişti, bunlar koşuyor.
Küçük bazı hatırlatmalar yapıp kapatacağım:
Bu beyefendi, o koltuğa nasıl ve hangi tertiple kurulduğunun hesabını henüz vermedi.
Bütün bir genel başkanlık dönemini “meşru” hükümeti suçlayarak; “kumpas”ların, FETÖ operasyonlarının, örtülü-örtüsüz darbe girişimlerinin, dinleme skandallarının sorumluluğunu siyaset kurumuna yıkarak geçirdi ama bu işlerde parmağı bulunan örgüte tek laf söylemedi.
Manidardır...
Kendisine “genel başkanlık” olarak dönen kaset kumpasını hiç kurcalamaması, vakti zamanında konu hakkında soruşturma başlatan Cumhuriyet Savcısını “Bu savcı CHP’yi karıştırmak istiyor” diye suçlaması da manidardır.
Bir danışmanı FETÖ’cü ve ByLock’çu çıktı.
Bu konudaki suskunluğu da manidardır.
FETÖkumpasları sorulduğunda, “Elimde bilgi ve belge olmadan değerlendirme yapmam doğru olmaz” cevabını veren bu beyefendi, elinde belge ve bilgi olmadan siyasi muarızlarını en aşağılık fiillerle suçlayabiliyor.
FETÖ konusundaki suskunluğunu “eylem”le taçlandıran bir kişiden söz ediyoruz.
Mesela, FETÖ tapesi yayınlamak için kurulmuş “çakma sol gazeteye” destek vermişti.
Bir süre sonra da (maksat hasıl olup gazete kapatılınca da) o gazetenin kurucusunu CHP listesinden Meclis’e sokmuştu.
Bir aralar, elinde FETÖ tapesiyle dolaşıyordu. Siyasetini, FETÖ’den temin edilmiş “kirli malzeme” üzerine kurmuştu.
Hem ahlaken, hem kanunen suç olan fiillerin failiydi.
Darbe gecesi “tanklara selam çakarak” soluğu güvenli bir evde aldı ve netice belli oluncaya kadar ortalarda görünmedi. Darbe bastırıldıktan sonra da Yenikapı’ya koşup direnişten “pay” istedi... Sonra da, aldığı sufle üzerine, “kontrollü darbe” yalanına sarıldı. Hiç utanmadı.
İşte bu adam, sorumluluğunu hatırlayanlara “hain” diyor.
Hakikaten manidar!