Kemal Kılıçdaroğlu, grupta yaptığı konuşmada şöyle bir talepte bulunmuştu: “15 Temmuz’un bir Cumhurbaşkanı, bir Başbakanı vardı. Bu ortaya çıkarılsın.”
Bence de çıkarılsın...
Ki, istikbaldeki darbenin başbakanı kim olacak, anlayabilelim...
Önce “15 Temmuz’un Başbakanı kimdi?” yahut “kim olacaktı” sorusunun cevabını bulmamız gerekiyor.
Emine Ülker Tarhan bu soruyu (üstelik dört yıl kadar önce) şöyle cevaplamıştı: “Bir süredir CHP ve cemaat ittifak halinde. Kılıçdaroğlu elinde bir takım tapelerle iki seçim geçirdi. Bunlar yasal dinlemeler de değil. İnternete düşmüş illegal kayıtları sürekli okuyor.”
Evet, Emine Ülker Tarhan bu açıklamayı yaptığında, kendisinin de belirttiği gibi, hepi topu iki seçim dönemini geride bırakmıştık. Sonrasında, dört seçim daha yaşadık. Kılıçdaroğlu bu dört seçim dönemini de “sürekli okumalar”la geçirdi. Ya tape okudu, ya da tape dostluğundan kalma “ezberlerini” tekrarladı.
Bu “sürekliğin” (bir diğer ifadeyle istikrarın) karşımıza çıkardığı ittifakı konuşmamız gerekiyor.
Kılıçdaroğlu, CHP’de bir “yan unsur” iken, Doğan Medya Grubu’nun da gayretleriyle, bir anda parlatılmış; “Dosyacı Kemal”den “Gandi Kemal”e, birtakım taltif ifadeleriyle vitrine çıkarılmıştı.
Ona “Dosyacı Kemal” unvanını kazandıran “dosyalar”a da bakmamız gerekiyor.
Bu dosyaları kim ya da kimler ulaştırdı?
17/25 Aralık’ın sahte dosyalarıyla, Kılıçdaroğlu’nun elindeki dosyalar niçin benzer özellikler gösteriyordu?
Kılıçdaroğlu’nun elindeki bir dosyaya göre, o sırada AK Parti’de milletvekilliği yapan bir siyasetçi (rahmetli Dengir Fırat), sahip olduğu nakliye araçlarıyla uyuşturucu taşıyordu.
İddia fos çıktı. Kılıçdaroğlu attığı iftirayla kaldı. Ama durmadı. Bir dosya da, dönemin Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek için patlattı.
İkili, bir canlı yayında karşı karşıya geldiler.
Bütün becerisi program boyunca sırıtıp durmaktan ibaret olan ve hiçbir iddiasını kanıtlayamayan Kılıçdaroğlu, onca mesnetsiz cümlesine rağmen Doğan Medya Grubu tarafından “tartışmanın galibi” ilan edildi. “Parlatma süreci” de böyle başladı:
Bu iş Deniz Baykal’la olmuyordu, CHP’nin başına dosya siyaseti yaparak rakiplerinin tozunu attıran Kemal Kılıçdaroğlu gibi bir “dürüstlük abidesi” getirilmeliydi.
Üstelik, Kılıçdaroğlu yabancı sayılmazdı. Bir dönem Cem Boyner’in “Yeni Demokrasi Hareketi”ne göz kırpmıştı. Soros bağlantılıydı. Mebzul miktar liberal dosta sahipti. Her bakımdan mutemetti.
Kaset skandalı, işte bu “hazırlanmış altyapı”nın üzerine patladı yahut patlatıldı.
Deniz Baykal istifa etti.
Doğan Medya Grubu ve FETÖ gazetelerinin “çekil” kampanyasında başı çektiklerini hatırlatmaya gerek yok. Baykal’ı göndermek için muazzam bir ittifak oluşturmuşlardı.
Kaset mağduru Deniz Baykal’ın, “Bizim bu işle ilgimiz yok” diyen Fetullah Gülen’e teşekkürü ise, (bence) koltuğunu kurtarmaktan çok, “varan 2”yi engellemeye yönelikti.
Derken, Kılıçdaroğlu öne itildi.
Bir “yan unsur” olan ve “sahte yolsuzluk dosyası” patlatmak dışında ayırıcı bir vasfı bulunmayan Kılıçdaroğlu...
Hatırlarsanız, önce “genel başkanlıkta gözüm yok, aday olmayacağım” demiş, Baykal’ı (ve Baykal kontenjanındaki muhtemel adayları) temin etmişti. Sonra da, niyeyse, “ani bir kararla” adaylığını ilan ederek ittifakla genel başkan seçilmişti.
CHP’yi “FETÖ’nün stepnesi” haline getiren olayların miladını, FETÖ patentli “kaset skandalı” oluşturuyor.
15 Temmuz girişimi başarılı olsaydı, Başbakanlık koltuğunda, FETÖ’ye kol kanat germe görevini hiç aksatmamış mutemet bir siyasetçiyi görecektik.
Şaşırmayacaktık.
Muhtemel bir FETÖ darbesinin (bu defaki daha kanlı olacakmış) Başbakan adayı da, 15 Temmuz’a rağmen “kol kanat germe görevini” aksatmadan sürdüren ve “Zaman gazetesi niye kapatılıyor kardeşim?” diyen aynı mutemet siyasetçidir.