Almanya, Hollanda, Danimarka ve İsviçre’de Türkiye aleyhine faaliyetlerin, tahriklerin, gösterilerin arkasında bu ülkelerdeki FETÖ mensuplarının çıkması şaşırtıcı değildir. Yıllarca önce Avrupa’da diyalog, hoşgörü bahanesiyle açılan derneklerin, kültür merkezlerinin ve okulların tek amacının, Türkiye aleyhine lobiler oluşturmak olduğu şimdi net biçimde görülüyor. Bilhassa ülke yöneticileri ve medya ile kurulan ilişkiler artık aleniyete dökülüyor.
15 Temmuz darbe girişimi için hem ABD’de, hem de Avrupa Birliği’nde bir algı operasyonu yürütüldü. Devreye yöneticiler, parlamenterler ve medya mensupları sokuldu. FETÖ militanlarının bunlarla sağladıkları onursuz ve kirli ilişkiler sayesinde; “senaryo”, “tiyatro”, “iktidarın muhalifleri tasfiye kurgusu” yalanları öne çıkartıldı.
FETÖ’nün onursuz lobi gücünün kaynağı, yabancı istihbarat örgütleridir. FETÖ, Türkiye’ye diz çöktürmek isteyen devletlerin taşeronu olmasa asla bu kadar etkili ve tahripkâr işler yapamaz. Türkiye’ye karşı 2013 Mayıs-Haziran’ındaki Gezi kalkışmasından beri hamle üstüne hamle yapan şer cephesi, 15 Temmuz’da görüldüğü gibi FETÖ ihanet şebekesini sonuna kadar kullanacaktır.
Daha geçen ay Alman Der Spiegel dergisi; “Türk hükümeti, Gülen Hareketi’ni FETÖ olarak isimlendiriyor, yani Fetullahçı Terör Örgütü. Oysa darbenin ardında gerçekten de Gülen’in olduğunu bugüne kadar kanıtlayamadı...”
F. Gülen etki ve itibar açısından Türkiye’de bitmiştir. Ama Fetöperestler, yurt dışında sanki içyüzleri, ihanetleri, terörist oldukları ortaya çıkmamış, hiçbir şey olmamış gibi Türkiye aleyhtarlığına, Erdoğan düşmanlığına devam ediyorlar.
F. Gülen, kendisinin “beklenen salih zat” olduğuna inandığı için hukukun ve meşruiyetin dışına çıkmayı, yalan söylemeyi, inkâr yoluna sapmayı mubah görüyor. Emniyet, yargı ve TSK içindeki adamlarını gizlerken, onlara dinin haram saydıklarını helal, helal saydıklarını da haram diye belletti.
Şimdi bu teröristlerin sanık olanları, işledikleri cinayetler olay mahallerindeki kamera kayıtlarından açıkça ortaya konduğu halde, yine F. Gülen’in talimatlarıyla bir taktik olarak her şeyi inkâr yoluna gidiyorlar. Kendilerini gizlerken, takiye yaparken yalan söylemeyi karakter haline getirmiş bu insanlardan doğruyu söylemelerini beklemek saflık olur. Hayatın normal akışı içinde yalan söylemeyi huy edinmiş bu insanların mahkemelerdeki organize yalanlarına kim inanır?
Yargılamalardaki ifadelerine bakıldığında çoğu savunmalarında, darbe girişimini bir terör saldırısı zannettiklerini söylüyor. Birçoğu da darbede aktif rol aldığı kamera kayıtlarında göründüğü halde, elinde silah olduğu halde, olaylara kendi isteği dışında dâhil olduğunu anlatıyor.
İnkâr ve yalanda sınır tanımamaları F. Gülen’in tembihidir.
Geçen Yeni Akit gazetesindeki köşesinde Latif Erdoğan çarpıcı bir örnek anlattı:
“Gülen’in ilk günden son güne kadar telkin ettiği en önemli ilke, sorgulama esnasında aleyhte olacak her şeyi ne pahasına olursa olsun ret etmektir. Kardeşi Salih Gülen’den bir anekdot aktarırdı. 28 Şubat sürecince Salih Gülen savcılığa çağrılır. Sorgulama esnasında savcı, birçok isim sayar ve bunları tanıyıp tanımadığını sorar. Salih Gülen, kim sorulduysa ‘hayır, tanımıyorum’ der. Bu arada savcı, Fethullah Gülen’i tanıyıp tanımadığını sorar. Salih Gülen bu soruya da ‘hayır, tanımıyorum’ diye cevap verir. Gülen bu olayı aktarırken, gevrek gevrek güler, ‘birader bu kadar da olmaz ki’ derdi.”
FETÖ; fitne, yalan, inkâr ve ihanettir