Rodrigues’in kalabalık arasından zarif çalımlarla sıyrılıp daha 14. dakikada attığı müthiş gol; generallerin omuzlarındaki apolet gibi, bir yetki/güç/komuta nişanıydı. Selam durulur...
Bu iyi gol; maça iyi başlayan F.Bahçe’nin, erken motivasyonu için mükemmel bir sebep oldu. Hemen ardından iki golün daha gelmesi de, işte bu yüzdendi. Bu gollerin arasında, kendi kalesine gol atması; nazar boncuğuydu diyelim.
***
Goler hatır için gelmedi... Şansla oluşmadı... Hakem desteğiyle ikram edilmedi... Hatta rakip savunmanın hatasından bile değildi. F.Bahçe tasarlıyarak/projeliyerek/takım oyunu uyguluyarak ve Yüksek Hızlı Tren temposu ile yüklenerek sonuca gitti. Teknik adam destekli alın teri, emek işi, akıl işi ve usta işiydi... Konya kötüydü de, fark bu yüzden erken açıldı demek; F.Bahçe’nin emeğine saygısızlıktır.
Konya kötü değildi, F.Bahçe iyi olmasına fırsat vermedi. İşin püf noktası burası!
Kısa sürede bu kadar gol yersen de, iyi olacağın varsa bile, zaten artık takatın kalmaz.
***
Gerçi atılan 3 gol sonrasında; F.Bahçe’nin o cevval, o yerinde duramayan, o hiper aktif tavrı kayboldu. Yüksek skor, takımı epey gevşetmişti. Vites düşüklüğü bu yüzdendi. Konyaspor işte bu arada, dişini gösterebilirdi. Ama moralleri erkenden sıfırlandığı için, karşı direniş gösterecek halleri kalmamıştı. Bu da F.Bahçe’ye, maçı sorunsuz domine etme fırsatı tanıdı.
Konya bir türlü açılıp devreye giremeyince, oyunu rolantiye alma eğilimindeki sarı-lacivertlileri, yeniden harekete geçirdi. Muriç’in uzaktan ve sert golü şahaneydi.
Anlayacağınız; Konya’dan F.Bahçe’ye etli ekmek hediyesi gelmişti, iştahla yediler. Afiyet olsun!