Kilise muharref İncil ile amel ederek insan bedenini ihmal edip ruhu öne çıkarmış dolayısıyla insan tabiatına aykırı bir hayatı dayatmıştı.
Modernite bunu tersine çevirdi ve bedeni öne çıkartarak ruhu tamamen ihmal etti.
Sonunda dinin -haşa Allah’ın- toplum ve devlete karışmayacağı bir sistem inşa edildi.
Böylece sapkınlıklar bile birer insan hakkı olarak görülmeye başlandı.
***
Hayatı kuşatmayan muharref İncil’in hakim olduğu batı için belki bu değişim anlaşılabilir. Kilisenin insan tabiatına aykırı anlamsız baskısından kurtulmak için modernite bir çıkış yolu olarak da görülebilir.
Ancak aynı modernitenin İslam toplumlarına tatbiki sorunludur!
Çünkü hak din olan İslam, ruh ile beden arasındaki dengeyi sağlamış hem insanın ruhunu hem de bedenini gözeten bir hayat sistemi inşa etmiştir.
Dolayısıyla din Müslümanın, toplum ve devlet hayatının her aşamasında söz sahibidir.
***
Bunun anlamı insan aklının devre dışı bırakılmış olması değildir. Aksine insan aklının da yaratıcısı olan Allah’ın koyduğu genel kurallara itibar etmesidir.
Detaylarda ise insan aklı aktif olarak hayatın içinde belirleyici bir unsurdur. İlahi kuralları uygulayacak olan insan aklıdır.
İnsan aklı o kuralların uygulayıcısını -Peygamber- rehber edindiği oranda sorunlara sağlıklı çözümler üretir, ondan uzaklaştıkça sorunlar artar.
***
Düşünün bir bilgisayar, cep telefonu, çamaşır makinası ve benzeri cihazlar satın aldığımızda cihazla birlikte bir kullanma kılavuzu verirler, yetmez işin uzmanı olan bir servis elemanı gelir, cihazı teslim ederken nasıl kullanılacağını kullanma kılavuzunun nasıl anlaşılacağını uygulamalı olarak gösterir.
Kainatın ve tabii ki insanın yaratıcısı da insana kainat ile ilişkisini belirleyen birkullanma kılavuzu -Kuran- göndermiş, bu kullanma kılavuzunu nasıl anlamamız gerektiğini göstermesi için de Peygamber göndermiştir.
İnsan o ilâhî kullanma kılavuzu olan kitabı Peygambere bakarak tatbik ederse sağlıklı sonuçlar alacak, kendi kafasına göre tatbik etmeye çalışırsa sürekli sorunlarla karşılaşacaktır.
***
Müslüman fert, toplum ve devletlerin ilahi kullanma kılavuzundan ve onun uygulayıcısı Peygamberden kopması ve uzaklaşması sorunların temel kaynağıdır.
Belki Allah’ı hayatından çıkarmış modernite esiri küçük bir zümre bu durumdan hoşnut olabilir ama Müslüman toplumlar huzur bulmaz, iflah olmaz.
Cumhuriyetin fabrika ayarlarından uzaklaştığı ve özellikle AB’ye uyum sağlamaya çalıştığı için ülkemizde toplumun değerlerini kökten sarsan gelişmelere şahit olmaktayız.
***
AB’nin elbette ki ilmine ve teknolojisine karşı değiliz.
Karşı olduğumuz husus her zaman ve mekan için geçerli olan dinimizin kurallarını hiçe sayan düzenlemelerdir.
Cumhuriyeti kuranlar bu gerçeği görmüşler ve sisteme ona göre ayar vermişlerdir.
1921 ve 1924 anayasaları devletin dininin İslam olduğunu (madde 2) açıkça belirterek ve meclisin ilk görevinin dini hükümleri uygulamak (madde 26) olduğunu kayıt altına alarak toplumun bünyesine uyumlu bir sistem inşa etmişlerdir.
***
Sonraları tek parti döneminde bu fabrika ayarlarından uzaklaşılmış ve tek partinin ilkeleri cumhuriyet ilkeleri olarak anayasaya -halka sorulmadan- yerleştirilmiş, toplum büyük acılar çekmiştir. O acıları çektiren siyasi parti de millet nezdinde cezalandırılmıştır hâlâ da cezalandırılmaktadır.
O parti bile bugün dindar/muhafazakar adamları kalkan yaparak kendisini aklamaya çalışmakta bir nevi hatasını itiraf etmektedir.
Ama modernitenin esiri oldukları için inandırıcılıklarını yitirmişledir.
İşin garibi kimi muhafazakarların tek partinin ilkelerini cumhuriyet ilkeleri zannetmeleridir!