Kargaşa halindeki dünyada Güçlü Türkiye’ye gerek var. Küresel çıkar çatışmalarının ortasında tek geçerli mesaj: Evvela Türkiye’nin çıkarları gelir.
Küresel Çoklu Rekabet dönemindeyiz. Büyük Güçler rekabetinin ortasında bir Türkiye var. Geleneksel bloklar ve güç merkezleri değişip dönüşüyor, zayıflıyor ve yeni çıkar ittifakları kuruluyor. Bu süreç hem tehlikelerle dolu, hem de yeni boşluklar, hareket alanları ve fırsatlarla.
Yeni Dünya, Güçlü Türkiye’yi gerektiriyor. Türkiye orta boy bölgesel güç olarak son dönemde kendi coğrafyasının ve kendi çıkarlarının gerektirdiğini yapıyor. Donald Trump ‘Evvela Amerika gelir... Evvela Amerika’nın çıkarları gelir’ sloganıyla iktidar olmadan çok önce, Türkiye fiilen ‘Evvela Türkiye’ demeye ve bunu uygulamaya başlamıştı. ‘Evvela Türkiye’ demeyi sürdüreceğiz. ‘Evvela Türkiye’, benzerlerinin aksine içeri kapanan değil, dış dengelerden yararlanan ve ortamı buldukça açılan, genişleyen bir Türkiye.
Dünyada Jeopolitik terimi yeniden çok kullanılır oldu. Bu terimi -Coğrafyanın milli hedefler için bir avantaj olarak kullanılması- diye tanımlayabiliriz. Türkiye’nin içinde bulunduğu coğrafyayı karamsarlık kaynağı olarak görenlerden değiliz. Tam tersine coğrafya, Türkiye’nin iyimserliğidir, gücüdür. Türkiye sınırlarının ötesinde uzanan ve giderek genişleyen etki alanlarına sahiptir. Küresel gelişmeler, bu etki alanlarında Türkiye için yeni hareket alanları, boşluklar yaratmaktadır.
Haritaya bakıp Avrasya’da bir şeyler yapmak isteyen kim varsa, Türkiye’ye ihtiyacı olduğunu görüyor. Enerji oyununda, Ortadoğu’daki paylaşım ve hakimiyet kavgasında, İslam Dünyasını ilgilendiren her konuda, dünyada yeni silah haline gelen göç hareketlerinde jeopolitik, yani Türkiye var.
Evvela Amerika
ABD Genelkurmayı, 19 Ocak’ta açıkladığı yeni strateji belgesiyle, Berlin Duvarı’nın çöküşünden beri yaklaşık 30 yıldır süren tek kutuplu, ABD merkezli Dünya Halinin sona erdiğini duyurmuştu. Belge sonrası gelişmeler, durumu teyit ediyor.
Dört yıl aradan sonra yenilenen belge, ABD’nin artık dünyaya tek başına hakim olmadığını, Çin ve Rusya’nın rekabet baskısı altında olduğunu söylüyordu.
Bu dönem: Küresel Çoklu Rekabet Dönemi. Çin ve Rusya’yı hedef alan yeni ABD stratejisi, dünyada Büyük Güçler Rekabeti başladığının belgesi. Artık üç büyük gücün ve 10-12 bölgesel gücün rekabeti var. ABD diğer iki büyüğe karşı, bölgesel güçlerden destek almayı umuyor. Büyük Güçler Rekabeti 19. yüzyılda yaşanmış ve sonu iyi bitmemişti. Bu rekabet, hem jeopolitik üzerinden alan hakimiyetleri gerektiriyor, hem de o alanı doğrudan ya da müttefikle tutmayı öngörüyor. Çatışma için gayet uygun bir ortam.
Strateji Belgesinde ABD’nin Çin ve Rusya’ya karşı daha da fazla askeri harcama yapması öngörülmüştü. Donald Trump ‘ABD’nin tarihinde görmediği en güçlü orduyu kuracağız’ demişti.
Belgeden 5 ay sonra geçen hafta Trump, Uzay Kuvvet Komutanlığı kuracağını duyurdu. Uzayı daha da silahlandıracak ve üç ülke arasında gizliden süren uzay savaşı hazırlıklarını açığa taşıyıp, yaygınlaştıracak. Dünya yörüngesindeki silaha karşı yerdekilerin pek çaresi yok.
ABD son 15 yılı Afganistan, Irak ve diğer noktalarda gayrı-nizami harp ve küçük taktik vuruşmalarla geçirirken, Çin ve Rusya dünyayı paylaşıp, ABD zayıflıklarına karşı çalışıp, kendi hakimiyet alanlarını perçinlediler.
Belge, savaş stratejisinin hemen her noktasındaki ABD üstünlüklerinin Çin ve Rusya tarafından etkisiz kılındığını söylüyor. ABD uzmanları, muhtemel bir çatışmayı ABD’nin kazanacağından emin değiller.
Burada temel mesele, tek hakim güç ABD’nin gerilemesi ve bu gerilemenin Rusya-Çin tarafından doldurulma çabası. Hepsinin planlarının bir köşesinde Türkiye var. Trump gerilemeyi yok sayarak cam çerçeve indirerek bir şeyler yapmaya çalışıyor. Trump’ın G7 saldırısından sonra Kanada’nın işi şakaya vurup ‘bizim de atom bombası yapmamız lazım’ demesi tesadüf değil. Günün gerçeklerini yansıtıyor.
Evvela şahsen Trump
Yakın zamanda Donald Trump ile Vladimir Putin arasında zirve yapılacak. Bu zirvenin Temmuz ortasında Viyana’da gerçekleşmesi bekleniyor. Trump’a kalsa, Kuzey Kore-Kim Jong benzeri bir havayla Putin ile de bir anlayış oluşturacak. Ancak ABD statükosu ısrarlı yayınlarla Trump’ın Rusya maşası olduğunu, Rusya sayesinde seçimi kazandığını medya üzerinden zihinlere kazıdı. İddiaların bir kısmının temeli var. Ancak gerçek ve kurgu birbirine geçmiş durumda. Rusya denince Trump ürküyor.
Zirvenin en önemli gündemi Suriye ve Ortadoğu olacak... Bu bölgede Rusya ile ABD’nin anlaşması halinde, bu anlaşmanın yansımaları doğrudan Türkiye’yi ilgilendirecek. Zirvede zaten muhtelif vesilelerle ‘Türkiye’ ismi geçecek, kulaklarımızı çınlatacaklar.
Ancak, Trump’ın zirve anlayışı da bir hoş. G7 bir zirveydi. Diğerlerinin kendisine karşı birleştiğini anlayınca, Trump zirveyi dağıttı. Açıkta Kanada Trudeau’yu yerle bir etti. Kapalı toplantıda da herkese sataşmış.
Cebinden şeker çıkartıp Merkel’in önüne atmış: ‘Al bak sana hiçbir şey-taviz vermiyorum sanma’ diyerek... Japonya Abe’ye ‘Tabii mülteciler senin sorunun değil. Sana 25 milyon Meksikalı yollayım, sonra bak bakalım ne kadar iktidarda kalıyorsun’ demiş.
Terörden konuşulurken ‘Tabii Macron bu işleri daha iyi bilir, ne de olsa bütün teröristler Fransa’da’ demiş.
G7’den sonra koşar adım Kim Jong ile buluşmaya gitti. Orada da ne aldığı ne verdiği belli değil. Karşılıklı açıklamalar, çelişkili. Trump ‘oldu bitti yaptım, başardım’ havasında.
Böyle bir ortamda Trump, Putin ile ne yapabilir? Vladimir Putin, Trump’ı Trump’tan daha iyi anlama ve değerlendirme yeteneğinde. Bu kaosta alınan-verilen sözlerin de hükmü tartışılır, ancak Rusya masada Trump’ı bir paylaşıma zorlayacaktır. NATO konusunda ilerleme sağlayacaklarını düşünmüyoruz. Ortadoğu Trump’a kolay geliyor, zaten eve dönüş derdinde. Ortadoğu üzerinde konuşulanlar, bizim için belirleyici olacak. Rusya ABD’ye yeniden eşit olduğunu teyit etme telaşında.
Evvela Almanya
Bayan Merkel’in başı dertte. Mülteciler politikası ve diğer liberal uygulamaları, muhafazakar ortak CSU’nun sınırlarını zorladı. Merkel’in Sosyal Demokratlarla sıkıntısı yok, 70 yıllık ortağı CSU ile var.
CSU, Almanya’da kendi başına bir devlet olan Bavyera eyaletinin iktidar partisi. CSU Ekim’de yapılacak genel seçim öncesinde yükselen faşist parti AfD’nin baskısı altında. Daha radikal olan, örneğin ‘bütün mültecileri atalım’ diyen, ‘Evvela Almanya’ diyen AfD, ılıman Merkel’den daha çekici. Seçmen milliyetçi sağa dönüyor. CSU da Merkel’i milliyetçi sağa çevirmeye çalışıyor.
Merkel’in onyıllardır süren liberal çizgiyi bırakıp Almanya’yı içine kapatmaya ve Trump benzeri bir çizgiye sokmaya çalışan partilere uyması beklenemez. Durumu idare zemini daralmaya başladı. Yani Merkel’in zamanı azalıyor.
Peki evvela Almanya diyenler Almanya’da iktidar olursa? Olabilirler. Örnek, İtalya. İşte o zaman, ‘Almanya’nın geleceği’ ve ‘AB’nin geleceği’ konulu çok ilginç sohbet ortamlarına geliriz.
Trump’ın istediği Almanya, NATO’ya katkısını 70 milyar euroya çıkartan bir Almanya. Almanya ordusu için 70 milyar harcayınca 10 yılda Avrupa’nın en güçlü ordusuna sahip oluyor. Kendisine en yakın güç olan, üstelik nükleer silahlara sahip Fransa’nın halen harcaması 40 milyar. Sonra Almanya bu orduyu ne yapacak? Nerede kullanacak?
AfD bu Almanya’yı seve seve üstlenir. Ya da CSU, ara formül olarak Merkel’in yerine geçip ‘Evvela Almanya’ deyip, Almanya’yı içine kapatır. AB’ye Yunanistan’a Macaristan’a da ‘para vermiyoruz, ne haliniz varsa görün’ der.
İşte bu Almanya’nın Rusya’ya daha yakın duracağı düşünülüyor. Biz bu Almanya’nın ‘Evvela Türkiye’ diyen Türkiye’ye de yakın duracağını düşünüyoruz.