İstanbul’a ilk geldiğim yıllarda ticaretle uğraşmaya karar vermiştim. Esenler Atışalanı denilen semtte küçük bir video kiralama dükkanı açmıştım. İlk dönemler, işler sanki idare edebilecekmişim gibi sürdü, sonraları yavaş yavaş zarar etmeye başladım. Uzatmayayım; 1,5 yılın sonunda dükkanı kapatmak zorunda kaldım. Dükkanı kapattım ama ailemin geçimini nasıl sağlayacaktım? Eşim ve iki çocuğum benden nafaka bekliyorlardı. Başkalarının yanında bir iş bulmam aylarımı aldı. Bu süre içinde ailecek çok ciddi sıkıntılar yaşadık. Şimdi itiraf ediyorum; bazen eve beş parasız, eli boş dönüyordum. Cebimde bir ekmek alacak kadar param bile olmazdı. Eve gelir yatsı ezanının okunmasını bekler, sonra da küçük çocuğumu komşudan, eğer varsa, fazla ekmek almaya gönderirdim. Aslında o üç ay içinde komşudan sadece fazla ekmek talep etmedik, kimi günler bir fincan yağ ya da küçük bir kutu çay şekeri bile istediğimizi dün gibi hatırlıyorum.
Bu hikayeyi anlatmak benim için elbette kolay olmadı. Ama biliyorum, şu anda bile, benim o dönemde yaşadığım sıkıntıların aynısını yaşayan aileler vardır. Aynı yoksulluk, aynı çileli hayat ve çözüm bekleyen onlarca sorun, dert cabası. O dönemde bir gün bile bizi rahatsız etmeden, her istediğimizi bize veren o komşumuzu minnetle anıyorum. Ne kadar müteşekkir olsam azdır. O günlerde onların o sessiz ama vakur yardım ve dayanışmaları olmamış olsaydı belki bugünleri görme şansımız da olmayacaktı.
Hepinizin ister kiralık ister satın alma ya da babadan kalma, bir ilk evi olmuştur; o eve ilk girdiğiniz zamanı düşünün, bir de şimdi oturduğunuz evi. Dört duvarın arasındaki odaları, mutfağı, banyoyu içinde yaşanabilir hale getirmek için ne kadar çaba, emek harcadığınızı, eş-dosttan edindiğiniz bir kaç parça eşyayı kullanılabilir hale getirmek için nasıl didindiğinizi, yenilerini alabilmek için ne kadar borca girdiğinizi bir düşünün. Zordu değil mi? Peki şimdi “tamam” diyebiliyor musunuz? O da biraz zor.
Çünkü hep daha güzelini, daha yenisini, daha temizini, daha kullanışlısını üreten bir dünya var ve biz de bu dünyanın bize sunduğu nimetlere doğal olarak hiç de kayıtsız kalmıyoruz. Ne var ki; gelir seviyesi ortanın üstünde olanlarımız için, bu “daha iyi” bir temel ihtiyaç iken; gelir düzeyi düşük olanlarımız için bu “daha iyi” lüks tüketim sayılıyor. Tıpkı o ilk evimize girdiğimiz zamanlar gibi; bir masa iki sandalye nasıl da temel ihtiyacımızdı ve yemek odası takımı almak bizim için ne kadar lüks bir harcamaydı. Şimdilerde bunu bulamayanların sayısı belki inanmazsınız, ama bunu bulanların sayısından çok daha fazla.
Bana ve aileme, elindeki fazla ekmeği, şekeri veren ve o çok zor günlerimizde bize destek olan komşumuzun yaptığı gibi; evimizde artık ihtiyaç duymadığımız eşyaları atmak yerine, onları ihtiyacı olan, fakat alma gücü olmayanlara vermek hayırların en yücesi olmalı.
Bizim Beylikdüzü Vakfı, işte böyle, çok hayırlı bir işe soyunmuş. Genç vakıf başkanı Halis Kahriman öncülüğünde başlatılan bu hayırlı iş aslında tam bir erdemlilik örneği. Hepimiz adına eski bütün eşyalarımızı, kapımızın önünden toplayıp, ihtiyaç sahibi olanlara ulaştırma görevini önüne koymuş. Yani bizim yapacağımız tek şey; evimizde ihtiyaç duymadığımız her türlü ev eşyasını derleyip toparlayıp, bir pakete koyduktan sonar bizim Bizim Beylikdüzü Vakfı’nın aşağıda yazacağım telefon numaralarını aramak kalıyor. Onlar kendi araç ve elemanlarıyla kapımızın önüne koyduğumuz, bizim bağışlarımızı ihtiyaç sahiplerine ulaştıracaklar.