2013 Ağustos'unda Esed, Doğu Guta'da çoğu kadın ve çocuk 1188 sivili klor ve sarin gazıyla öldürmüştü. Vücutlarında ateşli silah yarası olmaksızın yani kimyasal bir saldırı sonucu öldürüldükleri uluslararası raporlarda da kayıt altına alınmıştı.
Dönemin ABD Başkanı Obama ve Dışişleri Bakanı Kerry "Kimyasal silah kırmızı çizgimizdir" derken yaşanmıştı o katliam. Tek seferde 1188 kişiyi katlettikten sonra da defalarca kimyasal silah kullanıldı Suriye'de. BM raporları "bu silahların rejim tarafından kullanıldığına dair güçlü şüphelerin olduğunu" kaydetti. Fakat Rusya, Esed'in kimyasal silahları ülke dışına çıkaracağına kefil oldu ve o kefaletle Suriye'deki gücünü sağlamlaştırdı. O kefaletten sonra Suriye muhalefeti naçar bırakıldı. O kefaletten sonra "DEAŞ ve PKK'nın savaştırılması" konsepti gündeme geldi ve Suriye meselesi artık diktatör Esed'e karşı bir 'isyan' hareketi olmaktan çıkartılarak "DEAŞ ile mücadele"ye indirgendi. Konvansiyonel silahlarla yüz binlerce Suriyeli öldürüldü. Kimyasal silaha bile duyarsızlaşmışken, balistik füzeyle, varil bombasıyla öldürülen çocuklar için mi harekete geçecekti dünya?
***
2013 milat oldu. O sene Suud ve ABD yapımı Sisi darbesi ile Mısır'ın ilk seçilmiş Cumhurbaşkanı olan Mursi devrildi. Türkiye, Gezi kalkışması ile başlayan ve 15 Temmuz kanlı darbe girişimine kadar vardırılan sürece sokuldu. Kabus gibi dört yıl yaşadık. DEAŞ'a yardım ettiğimiz tezviratı dolaşıma sokuldu. ABD'nin, İran'ı coşturan, Rusya'yı Suriye'ye davet eden ve bu arada İsrail'in güvenliğini önceleyen politikalarıyla İslam dünyasının önemli kısmını etkisi altına alan bir destabilizasyon dönemine girildi.
Suriye özelinde atılan her adım, kurulan her masa, sadece ve sadece savaşın ömrünü uzattı. Esed'in mukavemetini artırdı. Bu arada sözde mücadele edilen DEAŞ'a ve yine sözde DEAŞ'la mücadele eden tek etkili güç olarak PKK'ya mevzi kazandırdı.
***
Obama'nın gidişi ve Trump'ın gelişinin Suriye politikasında nasıl bir değişikliğe yol açacağı konuşulurken ve hatta Obama'nın görevlendirdiği adamların hiçbirinin değişmemesinden hareketle inisiyatifin hala Pentagon'da olduğu yorumları yapılırken Trump çıktı ve Obama'nın atmadığı adımları da diline dolayarak çok sert sözlerle Esed rejimini tehdit etti. Akabinde rejime ait bir hava üssüne saldırı düzenledi.
Dolayısıyla bütün gözler yeniden Suriye'ye çevrildi. Rusya'nın ve İran'ın tepkisi tahmin edileceği üzere müdahalenin uluslararası hukuka aykırı olduğu şeklinde. Bunlara göre kimyasal saldırıyı da muhalifler kendi kendilerine yapmıştı.
Türkiye'nin yaklaşımı ise insani dramın bir an evvel sona erdirilmesi, güvenli bölgenin kurulması ve Esed'in devrilmesi yönünde. Yani içeride iktidar sorunu yaşayan Trump'a imaj sağlamanın ötesinde bir sonuç bekliyor Türkiye.
Biraz daha açık konuşalım; ABD'nin bu hamlesinin, İsrail'in güvenliğini temin ve İran'ın sınırlandırılmasından ibaret olmayıp Suriye halkının güvenliğinin sağlanması ve Esed'siz bir çözüm sürecinin adımı olması bekleniyor.
***
Bugün gelinen nokta, alınan yanlış kararların, vaktinde müdahale etmemenin, sorunu zamana yaymanın, kronikleştirmenin, enfekte olmasına göz yummanın, isyanı iç savaşa döndürmenin ve nihayetinde Suriye'yi parçalanmama aşamasına taşıma stratejisinin bir sonucudur.
Sürecin seyrini akılda tutmak, her ne oluyorsa ihtiyatı elden bırakmamak adına önem arz ediyor.
Trump'ın yaptığı “Müdahalemiz uluslararası güvenliğin korunması açısından zaruri hale gelmiştir” şeklindeki açıklama merkezde kimyasal silahlarla öldürülen Suriyelilerin değil de başka hesapların olduğunu akla getiriyor.
Sürecin PYD'yi büsbütün aktörleştirmek gibi bir soruna yol açma olasılığı da hesaba katılmalıdır.
Suriye'nin tüm terör örgütleri ve Esed yönetiminden gerçek anlamda arındırılması noktasında Suriye'ye komşu ve müdahil ülkelerin mutabık kalması hala mümkün gözükmüyor.