SETA'nın düzenlediği Cumhurbaşkanlığı Sempozyumu'nda aldığım notlardan biriydi, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın "Erdoğan'dan sonra ne olacak?" sorusuna verdiği cevap. Fadime Özkan da dünkü yazısını bu konuya ayırmış. Doğrusu hem kafalardaki soruları dağıtacak hem de bu soruyu kasıtlı olarak dolaşımda tutan bazı kesimlerin niyetini ortaya dökecek bir açıklamaydı Erdoğan'ınki.
Evet, AK Parti tabanında samimiyetle bu soruyu soranlar olabilir. Ama bu soru her zaman sorulabilecek bir sorudur. Daha önceki gün minibüste başörtüsünden çekiştirilerek darp edilen liseli kızın yaşadığının benzerlerini 28 Şubat'ta ve sonrasında çok gördük. Yaşam tarzı evhamlılarının görmediği bu sözlü ve fiili tacizler bir yana yüz binlerce kızımızın hayatını doğrudan etkileyen, eğitim almalarını, çalışmalarını yasaklayan bir uygulamaydı başörtüsü yasağı.
Bugün bize çok absürt gözüken bu temel insan hakkı ihlalleri yüz binlerce kişinin hayatında kalıcı tesirler bıraktı. En azından bu kesimin "Erdoğan sonrası ne olacak" sorusunu sorması anlaşılır. Fakat bunun 16 Nisan'da gerçekleşecek halkoylamasıyla bir alakası yok.
Türkiye'ye o karanlık günleri yaşatanlar, kadınları başı kapalılar ve açıklar diye ikiye ayıranlar ve başı kapalılara hayat hakkı tanımayanlar, Cumhurbaşkanlığı Sistemi'yle iktidara gelmiş değildi.Yüzde 50+ ile değil, halkın hükümet etme hakkı tanıdığı partiye darbe yaparak kurdurdukları koalisyon hükümetleri marifetiyle yaşattılar o zulmü.
Yüzde 50+ oy almış bir partinin böyle kitlesel bir hak ihlaline yeltenmesi zaten mümkün değil.
Ya Kemal Kılıçdaroğlu başkan olursa?
Zaman zaman Anadolu'nun çeşitli illerinde yaptığımız toplantılarda da vatandaş şunu soruyor mesela; "Ya Kemal Kılıçdaroğlu başkan olursa, ya Selahattin Demirtaş başkan olursa?" Bu sorunun içinde korku barındırması kuşkusuz söz konusu siyasilerin mevcut politikalarıyla alakalı. İdeolojik ve etnik temelli siyaset yapmaya devam eden bir kişi ve partinin cumhurbaşkanı seçilmesi ya da Meclis'te çoğunluk oluşturması zaten mümkün değil. En azından Cumhurbaşkanlığı Sistemi bunu külliyen ortadan kaldırıyor.
Böyle bir tehlike asıl mevcut sistemde var. Çünkü "parlamenter vesayet sistemi" diyebileceğimiz ne idüğü belirsiz bu yapı, siyasetin merkezinin güçlenmesi üzerine değil, zayıf siyaset güçlü vesayet ilkesine göre şekillenmiş.
Vaktiyle Refah Partisi'ne hükümet kurdurmamak için atılan taklaları hatırlayın. Hatta bugün Cumhurbaşkanlığı Sistemi'nin en azılı karşıtlarından olan bir köşe yazarı o vakitler yüzde 21 oy alan Refah Partisi'nin hükümet kurmasının önüne geçebilmek için önermişti başkanlık sistemini.
7 Haziran'ı hatırlayalım bir de. Yüzde 40'ın üzerinde oy alan AK Parti'nin tek başına hükümet kurması mümkün olmamış, "siyaset sosyolojisinden" bihaber "siyaset mühendisleri", kurulsa dahi ilk depremde çökecek hırsız müteahhit binaları gibi MHP ve HDP'yi bir araya getiren hükümet formülleri geliştirmişti.
Demem o ki, "Ya Erdoğan sonrası ne olacak?" sorusunu samimiyetle soranlar, hafızalarındaki acı tecrübelerden kaynaklı kaygılarını dile getiriyorlar. Bu soruyu kasıtlı olarak dolaşımda tutanlar ise hayırcıların "tek adamlık" iddiasını tekrarlamaktan başka bir şey yapmıyor. Sistem değişikliği asıl Erdoğan'dan sonrası için gereklidir. Güçlü Türkiye yolundaki yürüyüşün teminat altına alınması, ancak çift başlılığın, bürokratik oligarşinin ortadan kalktığı, siyasetin merkezinin güçlendiği yeni bir sistemle mümkün olacaktır. Halkımız yüzde 50'nin üzerinde bir mutabakatla ancak bu irade ve kararlığı gördüğü lider ve kadroyu iktidara getirecektir.
Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın SETA'nın konferansında dile getirdiği gibi: "Güvensizlikleri Cumhurbaşkanı seçilecek kişiye değil milletedir... Erdoğan'dan sonrası ne olacak? Millet ne derse o olacak, Allah ne derse o olacak!"