Cumhurbaşkanı Erdoğan Nükleer Zirve dolayısıyla Mart ayı sonunda ABD’ye gittiğinde bir dizi tezvirat yapılmıştı. Obama’nın Erdoğan’a randevu vermeyeceği dahi söyleniyordu. Ziyaret öncesinde Türk ve Amerikan basınında mutat anti Erdoğan yazıları sıklaşmıştı.
Bugün, Türkiye’nin kökünü kazımakla meşgul olduğu FETÖ ve PYD-PKK mensupları, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın konuşma yaptığı Brookings Enstitüsü’nün karşısında omuz omuza saf tutuyordu. Emre Uslu PYD bayrağı altında gölgeleniyor, Türkiye’yi soykırımla suçlayan Ermeni örgütler de bunlara vokal yapıyordu. Anlayacağınız bütün Türkiye düşmanları kol kola girmişti. Manzara gerçekten görülmeye değerdi.
FETÖ mensubu Adem Yavuz Arslan ise akredite edilmediği halde Brookings’in araştırmacıları Ömer Taşpınar ve Kemal Kirişçi gibi isimler tarafından Cumhurbaşkanı’nın konuşması sırasında binaya alındı.
Türkiye’deki terör destekçisi medya ise bu ziyaretin öncesinde ve sonrasında, Neo-Con artığı analistlerin ağzından darbe ihtimalini meşrulaştırıyordu. FETÖ liderinin haki cübbeyle verdiği mesaj gibi bu analistlerin makale ve röportajları da ABD’nin darbenin arkasında olacağını haber veriyordu.
ABD’nin Irak’ı işgali sırasında Bush’a danışmanlık yapan Michael Rubin, darbeyi meşrulaştıran röportajında ABD’nin Türkiye’ye hasmane tavrının sebebini de özetliyordu aslında: “ABD’nin politikaları değiştiğinde Türkiye’nin uyum sağlayamamış olması”.
Bir de “bardağı taşıran damlalar” metaforuyla “Erdoğan sabrımızı taşırıyor” diyordu.
15 Temmuz’dan sonra “iyi polis” olarak Türk basınına röportaj veren ABD’nin eski Ankara Büyükelçisi James Jeffrey’nin dediği gibi yani; “Erdoğan bizimle çatışıyor, çelişkilerimizi yüzümüze vuruyor, dostumuz olmaya çalışmıyor.”
***
15 Temmuz, Türkiye-ABD ilişkilerinde tam anlamıyla turnusol işlevi gördü.
Bir CIA projesi olan ‘Ilımlı İslam’ FETÖ’ye ihale edilmişti. FETÖ ile mücadele eden bir Erdoğan ve Türkiye, ABD için muteber olamazdı.
Erdoğan’ı değiştirmek için her yol denendi. En son AK Parti içinden Erdoğan’a muhalefet çıkarmak dahi planlandı.
Çevirdikleri dümenler ayaklarına dolandıkça eli yükseltmek durumunda kaldılar ve Erdoğan’dan kurtulmak için başka yolları kalmadığına hükmettikleri anda darbe seçeneğini devreye soktular.
Aradan altı ay geçti ve Cumhurbaşkanı Erdoğan, darbeyi püskürtmüş onurlu bir halkın ve FETÖ’den temizlenmiş bir devletin başkanı olarak ABD’ye gidiyor. 15 Temmuz FETÖ darbe girişiminin arkasında ABD’nin olduğunu bilerek gidiyor.
ABD’li yetkililer de Türkiye’nin bunu bildiğini biliyor. Yani herkes birbirinin elini görüyor.
***
ABD yeni bir başlangıç yapmak istiyorsa Türkiye ile artık öğretmen edasıyla konuşmaması gerektiğini öğrenmek durumunda.
ABD ve Avrupa’nın tez zamanda bu muhasebeyi yapması gerekiyor. Diş geçirebildiğiniz ve iktidarlarını değiştirebildiğiniz ülkeler kategorisinden çıkmıştır artık Türkiye.
Batı’nın Türkiye’ye karşı aşırı agresif yaklaşımı giderek bir iç siyaset belirleyicisi olmaya başlamıştır. ABD’nin FETÖ’yü himaye ediyor oluşu ABD içindeki güç odaklarının da birbirleriyle mücadelesinde bir manivelaya dönüşmek üzeredir. Fethullah Gülen’in iadesi, yaklaşan seçimleri bile etkilemesi muhtemel bir meseledir.
Keza Avrupa için de aynı şey söz konusudur. Sıradan Türklere hayatın dar edildiği ama Türkiye karşıtı terör örgütlerinin desteklendiği ve bunlara bir de FETÖ’nün eklendiği vasatta Hollanda’da Wilders örneğinde olduğu gibi nefret söylemi alıp başını gitmekte ve bu, siyasetçi profilini de aşağı çekmektedir.
Mevcut durum Batı için yeniden Ortaçağ’a dönüş sinyalidir. Ekonomik olarak kendini kalkındırma, nüfus olarak gençleşme imkanı ortadan kalkan Batı, yabancı düşmanlığı ve İslomofobi zehrinden dolayı kendi hastalıklarını tedavi etme imkanına da sahip değildir.
Batı, Erdoğan’ı Haçlı ittifakının yeni kurucu ötekisi olarak konumlandırırken büsbütün Ortaçağ karanlığına doğru çekilmektedir.