Cumhurbaşkanımız R. Tayyip Erdoğan’ın karakteristik özelliklerinden birisi içinin dışının bir olması, aklından ve kalbinden geçeni samimiyetle dile getirmesidir.
Sevindiğinde, üzüldüğünde, kızdığında, endişe ettiğinde bunu bariz bir şekilde dışa yansıtır.
Ne (annesinin cenazesinde olduğu gibi) ağlamaktan gocunur, ne (milli takım gol attığındaki gibi) sevindiğinde coşkusunu yansıtmaktan çekinir, ne (one minute olayında olduğu gibi) muhatabının yüzüne hakikati haykırmaktan geri durur.
Bu bir beşeri haslettir; yapmacık değil gerçektir, ayıplanacak değil övülecek bir durumdur.
Erdoğan’ı büyük lider yapan özelliklerden biri bizatihi bu haldir, yani sahici olması, samimiyetten ayrılmaması…
Erdoğan’ın siyasi hayatındaki temel özelliklerinden birisi de yol yürüdüğü arkadaşlarını hataları, yanlışları, eksiklikleri karşısında refüze etmemek, kamuoyu önünde zor duruma düşürmemektir.
Siyasette kızılacak, incinecek, üzülecek çok şeyler yaşanır. Zaman zaman bazı şahıslar, partinin hassasiyetlerini yansıtmayan veya Erdoğan’ı üzen tavırlar sergilemişler, Erdoğan ise bunları sineye çekmiş, ‘ya sabır’la geçiştirmiş, meseleyi kişiselleştirmeden uygun usullerle halline çalışmıştır.
16 yıllık iktidar döneminde Erdoğan’ın, ülke ve hareket zarar görmesin diye idare ettiği, görmezden/duymazdan geldiği, toleransla karşıladığı çok hadise olmuştur.
Erdoğan bir şeylerden sitem etmeye başladıysa bu durumu doğru algılamak, üzerine basit siyasi hesaplar/manipülasyonlar bina etmemek gerekir.
AK Parti kurulduğunda 28 Şubat kültürünün müdahaleci anlayışı harekete geçmiş ve iktidar partisini alaşağı etmek veya etkisizleştirmek için her yola başvurmuştur.
Erdoğan’ın AK Parti için ne kadar önemli olduğunu bilen zinde güçler öncelikle onu hedefe koymuş, en başta hareketin lideri yasaklı ilan edilmiş, Başbakan olması engellenmiştir.
Erdoğan’ın şahsına yönelen bu tavır, ardından AK Parti’yi etkisizleştirmeye yönelik psikolojik harekâta veya iktidarı hizaya getirmeye yönelik müdahalelere yerini bırakmıştır.
İrtica-gizli gündem-takiyye yaygarası, ardından gelen ‘mahalle baskısı, otoriterleşme’ dalgası, ulusalcı vesayet odaklarının türlü entrikaları, ardından FETÖ kanalıyla başlayan salvolar…
Gezi ve Kobani kalkışması iç siyasette bir kırılma üretmiş, ardından gelen 17/25 Aralık yargı kumpası ve uydurma ses tapeleri yine Erdoğan’ı ve ailesini hedef almıştır.
Erdoğan ve ailesi sadece siyaseten değil her açıdan ‘yok edilmek’ istenmiştir.
AK Parti’ye ve Erdoğan’a yönelik akıl almaz saldırılar olurken saldırganları görmezden gelerek ‘kendimize bakalım’ edasıyla konuşanlar elbette Erdoğan’ı üzmüştür.
15 Temmuz kalkışmasında yine Erdoğan ve ailesi etkisiz hale getirilmek istenmiştir.
Bu kanlı darbe kalkışması dış politikada bir kırılma üretmiştir. Ne AB, ne diğer dost ve müttefikler darbeye gereken tepkiyi göstermemiş ve Türk demokrasisine sahip çıkmamıştır.
Darbecileri değil Erdoğan’ı eleştiren, AK Parti gitsin de ne olursa olsun diyen bu zihniyet de ilişkilerin yara almasına, derin bir hayal kırıklığı yaşanmasına sebep olmuştur.
Erdoğan onlara da ne kadar sitem etse azdır.
Türkiye’nin içinden geçtiği sıkıntılı süreçlerde darbecilere, vesayetçilere, AK Parti düşmanlarına, türlü kumpas ve entrikalarla bu hareketi devre dışı bırakmaya çalışanlara mercekleri çevirmek yerine meseleyi varlık-yokluk meselesi olarak algılayan mağdurlara dönüp laf söylemek ne kadar doğrudur?
Erdoğan ve AK Parti’ye tahammül edemeyenler bir nebze başarılı olsalar, acaba bu kişilere yaşam hakkı tanırlar mıydı?
Erdoğan’ın maruz kaldıklarının çok azına maruz kaldığında yeri göğü inletenlerin en azından dostane sitemlere tahammül etmesi gerekir.