Siyonist lobi açısından kabus senaryosu, YSK’nın İstanbul seçimini yenilememesiydi.
Pişmiş aşa su katmak istemem, ama yine, kitabın ortasından konuşacağım: Erdoğan’ın orta vadeli siyasi çıkarları İstanbul seçimine itiraz etmemekten geçiyordu.
Kurt politikacı, hükümet etme gücüyle İBB Meclisi’ndeki AK Parti çoğunluğu sayesinde İmamoğlu’nu iki yıl gibi kısa bir süre içinde başarısızlık öyküsüne çevireceğini çok iyi biliyordu. “Topal ördek” açıklaması bu stratejinin sonucudur.
Bunu yapabilir, önümüzdeki 10 yılın siyasetini de belirleyerek yolunda yürüyebilirdi.
Ankara seçim sonucuna yapılan itiraz sonuç vermedi, kabullendi, Antalya başta, AK Parti’nin önem verdiği büyük şehirlerde devir teslim törenleri tamamlandı.
Gelişme,“seçimi kaybetse de koltuğu bırakmaz” sloganıyla üzerine yürüyen emperyalist-siyonist lobi karşısında belirgin asimetrik üstünlük demekti.
2009 Davos’undaki “one minute”ten bu yana “diktatör” olmakla suçlanan bir siyaset adamı, demokrasinin kurallarını tartışmasız işletince küresel panik başladı.
YSK’nın seçimi yenilememesi, “oylarım çalındı ama bunu hukuka anlatamadım” diyen bir “diktatör”(!) türünün doğmasına neden olacaktı.
Böyle bir kararla gelecek taktik başarısızlığın, kısa zamanda stratejik zafere dönüşeceğini yine en iyi Erdoğan bilir…
“İstanbul’da sonucu başlangıçta kabullendik fakat ortaya çıkan şaibe iddialarının gücü bizi seçmenin hukukunu korumaya zorladı” veya “ Şayet bu şaibeler ortaya çıkmamış olsaydı CHP adayı tek bir oyla kazanmış olsa da başımızın üstünde yeri vardı” sözleri bu yaklaşımın sonucuydu…
Siyasi çıkarlar ile seçmen hukukunun kesiştiği o gri noktada Erdoğan doğru olanı yaptı, “hırsızlık var, itiraz ediyorum” dedi. Uzun süreli mücadeleyi göze aldı.
Maksat İmamoğlu’nun kazanması değildi…
Ortadaki tablo açıktır:
Şaibeyi planlayan unsur partiler üstü çalışmıştır. Amacıİmamoğlu’nu seçtirmek değil, siyasetin kaos zeminine kaymasıdır. Yanlış uygulamalar fark edilmese, yüksek ihtimal kendini ihbar edecek bir yapıdan söz ediyoruz.
YSK, vermiş olduğu seçim yenileme kararı nedeniyle değil, bütün bu şaibeli uygulamalara izin vermesi nedeniyle eleştirilmelidir. Zamanında yapılmayan müdahalenin bedelini millete ödetmek tek kelime ile ayıp olmuştur.
Aynı YSK’nın, seçime girmesine izin verdiği KHK’lı adayların mazbatasını ikinci gelene vermesi de demokratik kimlik taşımamaktadır, asıl orada seçimler yenilenmeliydi.
Demokrasinin ana zemini şaibesiz seçim ve milli iradenin hukukunun korunmasıdır.
YSK’nın İstanbul kararı, mazbatayı bir partiden alıp, diğerine vermedi. Şaibe iddialarının bir kez daha millet iradesiyle ortadan kaldırılmasının yolunu açtı, hepsi budur.
Bölünme tartışması gereksizdir…
Demokrasilerde bölünme esastır. Tekil yapılar Kuzey Kore örneğinde olduğu gibi diktatörlüklere aittir.
Demokrasiler, sosyo-ekonomik çıkarlar zeminde bölünmüş siyasi güçlerin meşru çatışma zeminini oluşturdukları için makbul sistemlerdir.
“Millet bölündü” ile başlayan suçlama cümlelerini anlamak mümkün değil. Tüm gelişmiş demokrasilere bakın, millet bölünmüştür, anayasal meşruiyet için mücadele esastır, siyaset zaten demokratik çatışma üzerinde şekillenir.
Medya, bu demokratik tartışmanın taşıyıcısıdır.
Son dönemde yaşanılan tablo –sözüm herkese- çatışmanın tetikleyicisi konumuna sürüklendiğidir.
Bu bizi yıkıma götürür.
Emperyalizmin sosyal medya yapılanmaları üzerinden toplumların beyinlerini esir aldığı bir dönemde soğukkanlı, bilimsel analizlere yer veren ve tartışma zeminini olgunlukla oluşturan kurumsal medyaya ihtiyacımız var.
Gazeteci aktivist değildir.
Yaşamın içinden gerçek kavramlarla konuşur.
Biraz soğukkanlılık, lütfen…