“Yüksek taş bir duvar ile o duvara çarpıp kırılan bir yumurta varsa, ben her zaman yumurtadan yanayım. Evet, duvar ne kadar doğru, yumurta ne kadar yanlış olursa olsun ben yumurtanın yanındayım. Çünkü her birimiz bir yumurtayız. Her birimiz kırılgan kabuğumuzun içinde nadide birer ruhuz. ...Ve hepimizin karşısında bir duvar var. Bu duvarın adı sistemdir. Duvarın bizi koruduğunu zannederiz ama o bazen kendi bildiğini okur ve bizi öldürmeye, bize başkalarını öldürtmeye başlar, soğuk, etkin ve sistematik biçimde. Duvar çok yüksek, çok güçlü ve çok soğuk. Bir gün barışa kavuşacağımızı umuyorsak, bu zafer nadide ruhlarımızın birlikteliğiyle elde edeceğimiz sıcaklık sayesinde mümkün olacak. Duvarın, yani sistemin, ruhu yok. Onun bizi kullanmasına, bildiğini okumasına izin vermemeliyiz. Bizi sistem meydana getirmedi: Onu biz meydana getirdik. İşte size söyleyeceklerim bu kadar.”
Bu konuşmayı 2009 yılında Haruki Murakami Kudüs ödülünü kazandığında, İsrail Cumhurbaşkanı’nın gözünün içine bakarak yaptı.
Yazarın ödülü aldığı sene İsrail’in Gazze’ye insanlık dışı saldırısının üzerinden fazla bir zaman geçmemişti. O yüzden bu konuşma insanların zihninde kaldı.
Ben de yazıma başlarken duygumu anlatacak en iyi olayın bu olduğuna karar verdim.
Hayat denilen şeyin içinde her zaman, her şey duygu ve düşüncelerimize denk düşmez. Korku ve kaygılarımız bazen sinmemize yol açar. Bazen öyle endişeleniriz ki, zihnimizde olup biten her şey anlamını kaybeder. Hele benim gibi Türk kardeşlerinin kalbinde yolculuk yapmaya niyetlenmiş olanların işi, böylesi dönemlerde olağanüstü zorlaşır.
Ama durumumuz ne olursa olsun biz yine de eylemlerimizin ve söylemlerimizin denk düşmesinden yanayızdır.
Ancak her zaman hayat buna izin vermez.
Kerkük konusunda Kürtlerin yaşadığı çaresizlik, dünyanın gelir geçerleri hakkında en ibret verici ve yakın örnek aslında.
Hayatın olağan gidişatını değiştiren güçler her zaman var. Bir de bakmışsınız ki hopp her şey bir anda değişmiştir.
Doğal afetlerin meydana gelmesinde insan faktörünün olması gibi; doğal akışı değiştirmede de insani güçler hiçbir sakınca görmüyorlar. Biz de bunları doğal olaylarmış gibi kabul ediyoruz.
Kavramları yaratan insanlarla, onları uygulayan insanların farklı olması gibi; kavramların hayallerde fon olmasını sağlayanlar da yine insani güçler.
Özgürlük, insanların doğuştan sahip olduğu haklar, eşitlik, anayasa bunlar hep yaptırım gücünün hegemonyasında yaratılmış kavramlar.
Bu kavramlar belki de bizim rüya görmemizi sağlıyor.
Sabah kalkıp kahvaltı etmemize, dostlar edinmemize ve işe gitmemize yarıyor.
Sonrası demirden soğuk gerçekler.
Bu referandumdan sonra Irak Ordusunun Kerkük’e girmesi sürecinde sosyal medya üzerinden Kürtlerin tepkisini ölçmeye çalıştım. Sakinlerdi. Söyleyecek sözleri vardı, ama sakinlerdi.
Kürt halkı, tarihi süreçlerinde yaşadıkları şeyler yüzünden erkenden öksüz ya da yetim kalmış çocuklar gibiler. Sanki onlar hayatı erkenden öğrenmek zorunda kalmışlar. Onlar insanların bütün yüzlerini tanıyorlar.
Rüyalarında bile temkinli, kolay gülmeyen, herkese ağlamayan çocuklar gibiler.
Belki de insanların gerçeklerinden fazlaca sıkıldıklarından sessizce karşıladılar, Irak askerinin Kerkük’e girişini.
Murakami’nin dediği gibi “Her birimiz bir yumurtayız. Her birimiz kırılgan kabuğumuzun içinde nadide birer ruhuz.”