Küçük bir kız çocuğu… Hüngür hüngür ağlıyor; Annesi ve arkadaşları etrafına toplanmış sakinleştirmeye çalışıyor. Ama ne mümkün. Mavi gözlerinde yaş pınar olmuş… ‘Ne oldu’diye sordum. Annesi cevapladı: ‘Naim Süleymanoğlu filminden çıktık, ondan etkilendi.’
Aynı sinemadaymışız.
1984’lerin başında Bulgaristan devlet başkanı zalim komünist Todor Jivkov,ülkesindeki soydaşlarımızın Türk ve Müslüman adlarını zorla değiştiriyor, camileri kapatıyor, mukavemet gösterenleri, toplama kampı Belene’yesürüyordu.
Daha 15’indeki Naim Süleymanoğlu işte böyle bir ortamda, Bulgaristan adına madalyalar kazanıyor, zulmün farkına vardığında ise Naim’i yepyeni ve ‘dünya çapında’bir macera bekliyordu.
Spor tarihinin gelmiş geçmiş en büyüklerinden, dünya ve olimpiyat şampiyonu Naim Süleymanoğlu, iki yıl evvel (50 yaşında) son yolculuğuna uğurlanırken, ‘Naim’in öksüz kalan zaferleri’ başlıklı bir yazı kaleme almış ve ‘Filmi yapılmayan Naim, sinemacılarımızın omuzlarında bir vebaldir’demiştim. Yazıdan iki yıl sonra gelen ‘Naim’ filminden etkilenmiş vaziyette çıkarken ‘işte bu!’dedim.
1980’li yıllar boyunca dünya şampiyonalarında ve olimpiyatlarda fırtına gibi esen, dünya üzerindeki tüm Türkleri zafer gözyaşlarına boğan Şampiyon için yapılan film sayesinde o yılları hatırlayıp, yeniden yaşamış gibi olduk.
Naim’e insanüstü bir gayretle ağırlığının üç katını (190 kilo) kaldırma gücü veren bir amaç vardı; Zulüm gören soydaşlarının sesini dünyaya haykırabilmek...
Fakat bu nasıl mümkün olacaktı? Komünist rejim ve silahlı ajanları ‘Şampiyonu’ adım adım izliyor, onun her hangi bir Türk ile temas kurmasını engelliyorken…
Ama oldu… Bulgaristan adına 1986 yılında Melbourne’de katıldığı Dünya Halter Şampiyonası’nın son gününde Naim’i Bombay’den Londra’ya, oradan da anavatan Türkiye’ye getirtecek olan nefes kesen bir kaçış planı işleyecekti…
Todor Jivkovkudurmuş bir vaziyette ‘Naim kaçırılacağına keşke 500 bin Türk kaçırılsaydı’diye köpürürken, aynı günlerde Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı Turgut Özal, ‘Size bir sürprizimiz var’diyerek, Dünya Şampiyonu Naim Süleymanoğlu’nu gazetecilere takdim ediyordu.
Daha 21 yaşında, insanın yüzüne bile bakmaya kıyamadığı pırıl pırıl bir genç... Kendisini gölge gibi takip eden ajanları atlatmış, ABD’nin kendisine teklif ettiği vatandaşlık hakkını ve 10 milyon doları reddedip Türkiye’yi seçmişti.
Seul’de rekor üstüne rekor kırdı. Dünya ayağa kalktı. Naim, dünya basınının gündemindeydi artık. Birleşmiş Milletler’in çatısı altındaki mikrofonlardan soydaşlarına reva görülen zulümleri haykırıyordu.
‘Cep Herkülü: Naim Süleymanoğlu’ iyi, hem de çok iyi bir biyografi filmi. Şampiyonun namına yaraşır akıcılıkta ve dolulukta bir film. Naim’in Melbourne’den kaçırılma sahnelerindeki gerilim, insanı koltuğuna yapıştıracak cinsten. İki saat 21 dakikanın hakkını helalinden veren filmde sadece bazı sahnelerde sesleri anlamakta zorlandım.
Onun dışında 1984 yılında Bulgaristan’da Türklere karşı başlatılan köy baskınları sahneleri biraz teatral kalmış. (Bu sahneleri izlerken ‘Daha Belene Kampı’nın filmini çekmedik’ diye hayıflandım.)
Filmde tüm sempatisiyle Naim Süleymanoğlu’nu başarı ile canlandıran Hayat Van Eck’ive emeği geçen herkesi tebrik ediyorum.
Şampiyon, keşke bu filmi görebilseydi. Keşke dünyayı ayağa kaldıran Mestanlı Naim’den etkilenip gözyaşına boğulan kız çocuğunun heyecanına tanık olabilseydi.
Ruhu şad olsun.