Türkiye; Suriye’deki gücü ve aklı ile ABD’yi, bazı konularda kendi dayatmasının tersine duruş sergilemesi konusunda zorladı.
ABD; Münbiç’ten PKK uzantılarının çıkması konusunda, Türkiye’nin talebini nihayet dikkate almak zorunda bırakıldı. Gerçi bu durum tam sonuç olarak okunmamalı! Türkiye’nin nihai hedefi; istikrarlı terörden arınmış, PKK-PYD-YPG’den temizlenmiş Suriye’dir tabii ki. ABD tam bu noktada, aynı düşüncede değil. Hatta devreye, Fransa’nın girmesi konusunda ısrarcı!
İngiltere ve ABD arasındaki farklı stratejiler; ABD’ye, devreye Almanya dışından da Avrupalı aktörün girmesini dayatmakta. Dünyadaki, neredeyse tüm renkli devrimlerin finansal ve fikir babası Soros’un Avrupa’yı kurtarma çabası, İngiltere’yi brexitten vazgeçirme gayreti hamlesi, Avrupa’yı İngiltere’nin de hoşuna gidecek değişime zorlama çabasının altında yatan şeyle, Fransa’yı devreye sokma gayreti, aynı merkezden ilham almakta galiba! Almanya’nın, Rusya ile ilişki kurma çabası da, küresel dayatmacıların işine yaramamakta! İşte o nedenle Fransa’nın iki cihan savaşı sonrası içine girdiği kompleksten kurtulma gayreti, iyi bilindiği için, ABD hem Almanya’yı hem İngiltere’yi dengeleyecek bu aktörü, yanına alma peşinde.
İran ciddi anlamda gerilemeye başladı. Rusya’nın burada, bu konuda etkileyici faktör olduğunu da unutmamak lazım! İsrail iki düşmanı iyice kullanmayı başardı. Hem ABD, hem Rusya, İsrail’in arzularını dikkate almak zorunda kaldı. Rusya, bu kadar baskılar ve ambargolar muhitinde iken, dünyadaki Yahudi-İsrail lobisinin desteğine ihtiyaç duyduğu aşikârdır. ABD ise neredeyse, İsrail lobisi tarafından ve paranın baronları olan Yahudi ailelerce esir alınmış durumda. Böyle bir ortamda ABD’nin hizmet istemesi, İsrail’in bir nevi başarmasını sağladı. Şimdilik...
Dünyadaki petrol rezervlerinin %80’i, doğalgaz rezervlerinin %50’si, artı olarak su kaynakları, su yolları, boğazlar ve kanalların bulunduğu Orta Doğu coğrafyasında, Türkiye gerçeği de önlerindeki duvardır. İsrail’in bu konuda ne kadar endişeli olduğunu görebiliyoruz.
24 Haziran’a giderken, adayların söylemlerini hem de bu geniş perspektiften analiz etmek zorundayız. Erdoğan’ın ve 16 senedir Türkiye’yi yöneten yeni Türkiye zihniyetinin kazanımlarını yok eden, ortadan kaldıran söylemlerin, İsrail’in, ABD’nin, Almanya’nın dayatmalarına hizmet etmekten başka bir şey olmadığını görmemiz şarttır. 200 yıldır bize dayatılan zorunlu profilin bize ait olmadığını, yeni dünya platformunda bize ait olan şeyleri söke söke alma gayretiyle, hem kendimize hem de dünyaya güzel şeyler vaat etmemiz mümkündür. Bunun içinse, bu coğrafyada yeniden şahlanmanın yolu, Erdoğan’la birlikte küresel dayatmaya karşı durmaktan geçiyor. Bu durum sadece Türkiye’yi değil, dünyadaki birçok sessiz çoğunluğu harekete geçirecek. İçinde bulunduğumuz dünya nizamının adil olmadığı, bu durumu tersine dönüştürmek içinse, o sessiz çoğunluğun harekete geçmesinin şart olduğunu, idrak etme zamanındayız. İşte tam da bu nedenle, Türkiye’deki seçim sonucu, yeni sürecin başlamasını oluşturacak ve dönüm noktası olacaktır. Ve sadece Türkiye için değil!
Türkiye vakti; sadece Türkiye’nin değil, dünyadaki sessiz çoğunluğun da vaktidir. Tabii ki; zamanı, durumu, konjonktürü ve elimizdeki kazanımları iyi değerlendirebilirsek!