20 Mayıs’ta Meclis kararıyla tüm milletvekillerinin dokunulmazlığı bir seferliğe mahsus olmak kaydıyla kaldırıldı. Akabinde hakkında soruşturma açılmış ve dokunulmazlık zırhından dolayı işlem yapılamayan vekillerin dosyaları Meclis’e geldi. Başlarda Selahattin Demirtaş, “Kaldırılsın dokunulmazlıklarımız, veremeyecek hesabımız yok” şeklinde efelenirken iş ciddiye binince Kandil’den aldığı talimatın gereğini icra ederek yan çizmeye başladı ve “Hiçbir arkadaşımız ifade vermeye gitmeyecektir” dedi.
Dokunulmazlıkları kaldırılan diğer partilerden vekiller savcılığın davetine icabet edip ifadelerini verirken HDP’den sadece bir vekil bu süreçte ifade vermeye gitti.
Dün gece başlayan gözaltı işlemleri, Selahattin Demirtaş, Figen Yüksekdağ, İdris Baluken gibi davet edildikleri halde ifade vermeye gitmeyen vekillerin hukuk tanımazlıklarının bir neticesidir. Haklarındaki suçlamalar ise “bölücü terör örgütü PKK’nın amaçları doğrultusunda hareket etmek, emirlerine uymak, PKK’ya yardım etmek, halkı isyana davet etmek” gibi her devlette soruşturma konusu edilecek şeylerdir. Kendi ayaklarıyla da ifadeye gitseler tutuklanmalarını gerektirecek ciddiyette suçlamalarla karşı karşıyalar.
Bu konuda kimsenin şüphesi yok. Şüphesi olanlar, 17-25 Aralık’tan bu yana Türkiye’yi teröre boğdurmaya çalışan ve 15 Temmuz darbe girişimine giden yolun taşlarını döşeyenlerdir.
Yargı önünde hesap verecekler. Neyle suçlandıklarını kendileri de kamuoyu da gayet iyi biliyor.
***
ABD’den, Avrupa’dan gelen “Endişeliyiz” açıklamalarının da hiç ama hiç karşılığı yok. PKK’lıların ellerinde ABD’nin verdiği silahlar varken, ABD PYD’yi Türkiye’ye tercih etmişken onların kaygılarını mı umursayacak Türkiye? Yoksa “Bizim için Pensilvanya da bir Kandil’dir” mi diyecek?
Brüksel’de PKK yöneticileri hakkında terör suçlamasıyla açılan davada verilen “Türkiye’deki durum silahlı bir mücadele kapsamındadır. Terör yasaları kapsamında yargılama yapılamaz” kararına rağmen AB’den gelen eleştirilere mi kulak verecek Türkiye? Yoksa “Brüksel’in Kandilleşmesini kaygıyla izliyoruz” mu diyecek?
“Batıdaki imajımız” söylemi şu şartlar altında terör propagandası işlevi görmektedir. Zira Batı dediğimiz şey Türkiye’ye karşı son derece düşmanca tavır takınmakta, terör örgütleri üzerinden Türkiye ile savaşmaktadır.
Gözaltına alınan HDP’li vekillerin sırtını yasladığı PKK, minibüs yolu üzerinde, okul saatinde 1 ton bomba patlattı. Çocuklar, kucaklarında kitaplarıyla korku içinde sağa sola kaçıştı. 5 sivil, 2 polis ve 1 teknisyen hayatını kaybetti. Ama bundan endişe duyan olmadı.
15 Temmuz’da ülkeyi kan gölüne çeviren FETÖ’yü incitecek iki çift laf etmeyip FETÖ’cülerin tutuklanmasını “Muhalefet susturuluyor” şeklinde değerlendiren müttefiklerimiz PKK saldırdığında yine sus pus. Ama terörü bir siyasi enstrümana dönüştüren HDP’liler hakkındaki hukuki işlemden feci halde rahatsız. Tıpkı bizim Kılıçdaroğlu gibi.
***
HDP’li sözde siyasetçilerin gözaltına alınmasını “Seçimle gelen seçimle gider, mafyavari yöntemlerle ülke yönetemezsiniz” cümlesiyle değerlendirdi Kemal Kılıçdaroğlu. Hukuktan, terörden hiç bahsetmedi. Keza bu insanların neyle suçlandıklarından ve dokunulmazlıkların kaldırılması kararının Meclis’te alındığından da.
Kılıçdaroğlu’na göre defalarca ifadeye çağırılmış olan bu kişiler hakkında işlem yapılmamalıydı. Devlet hukuki süreci askıya almalıydı. Terör dur durak bilmezken, bu insanlar her yeni gün terörü meşrulaştırmak ve halkı sokağa dökmek için çalışmaya devam ederken, hukuk kollarını kavuşturmalı ve beklemeliydi.
Özerklik ilanlarıyla, öz savunma çağrılarıyla başlayan, hendek terörüyle devam eden ve 15 Temmuz’a varan süreç birbiriyle ilişkilidir. Rojova’da oynadıkları kantonculuğu Diyarbakır’da da oynayabileceğini zannedenler için sahne kapanmıştır. FETÖ’ye payanda olan CHP, PKK’ya ve onun siyasi aktörlerine de payanda olmaktadır.
“Bu sadece darbe değil aynı zamanda ülkeyi bölme harekatıdır! TBMM bir kez daha bombalanmıştır” gibi laflar CHP’yi siyaseten zora sokacak sonuçlar doğurabilir.