AK Parti’nin başarısı merkez siyaseti dönüştürmesinden ve yeniden inşa etmesinden geliyor. AK Parti merkezkaç/çevre diye tanımlanan toplum kesimlerini merkeze taşıdı ve onların siyasi temsilini çevrede değil merkezde gerçekleştirdi.
R. Tayyip Erdoğan’ın en büyük başarılarından birisi içinden çıktığı Milli Görüş çizgisini aşarak yeni bir yol ve yön oluşturabilmesi, yeni bir siyasi kimlik etrafında milyonları mobilize edebilmesiydi. AK Parti ben ve diğerleri ayrımı yapan kimlik siyaseti yerine tüm farklılıkları siyasetinin merkezine yerleştiren bir siyaset üretti.
İslamcıların, Kürtlerin, Alevilerin partisigibi ayrımlarla tek bir özelliği merkeze alan ve belli bir kesimin meselelerini çözmek için siyaset yapan hareketler çevre partisi gibi görülürken AK Parti tüm kesimlerin sorunlarına duyarlı olan bir Türkiye partisi olarak kendisini konumlandırdı.
Çevreyi merkeze taşımak, hem çevrenin dilini ve muhtevasını dönüştüren, hem de merkezi yeniden inşa ederek çevreye duyarlı hale getiren bir etki yaptı.
Merkezin dönüşümü veya yeniden inşası siyasi bir kodlamaydı. Merkez amorf, renksiz, kokusuz bir naifliğe de sahip olmamalıydı, tektipçiliğin farklılıkları dışladığı bir zihniyetle de şekillenmemeliydi. Merkezin demokratikleşmesi de denilebilecek bu durum, bürokratik oligarşinin, onun elitlerinin ve ideolojik saplantılarının değil milletin umumi hissiyatının ve çok renkli yapısının hâkim olduğu bir tablo üretiyordu.
Erdoğan hem cemaatimsi kimlik siyaseti yapan geçmiş siyasi hareketini aşmaya, hem merkez sağın siyaset anlayışını aşmaya çalıştı. Bir yandan mevcut siyasi rakipleriyle ve siyaset dışı odakların saldırılarıyla mücadele etti, diğer yandan gelenekselleşmiş siyasi anlayışlarla, adeta siyasi hayaletlerle uğraştı.
Erdoğan’ın siyasetin merkezine insanı ve hizmeti yerleştirmesi, tüm Türkiye’yi kucaklayacak bir siyaset tarzını öne çıkarması ona geniş bir alan açtı.
Gelinen noktada siyasetin merkezinin yeniden inşası kadar önemli bir konu da devletin merkezinin yeniden inşasıdır.
Bu da bir yönüyle demokratik bir dönüşümü ifade ediyor; millet iradesini devlete yansıtma ve çevre diye horlanan kesimleri devletin merkezine taşıma sürecini anlatıyor.
Devletin şeffaflaşması, sivilleşmesi, evrensel hukuk kurallarına dayanması, keyfilik ve kayıt dışılıktan kurtulması, katılımcılığı, ehliyet ve liyakati öne çıkarması, adalet/hakkaniyet değerlerini ve insanı yüceltmesi bu sürecin bir parçasıdır.
Bürokratik oligarşinin, vesayet odaklarının, derin devlet çetelerinin, paralel yapıların devletten temizlenmesidevletin yeniden inşasında hayati derecede önemlidir.
Siyasetin ve devletin demokratikleştirilmesi önemli bir inşa sürecidir ve Türkiye bu süreci yaşamaktadır.
Bu dönüşümün iki ayağı çok önemlidir.
Birincisi yeni anayasa; bu bağlamında hukuk çerçevesinin demokratik standartlara kavuşturulması. İkincisi hükümet sistemi; icranın güçlü, etkin ve hızlı hareket edeceği bir yapıya kavuşturulması.
FETÖ hadisesi, bu dönüşümün ne kadar elzem olduğunu ortaya koydu.
1960’dan bu yana sivilleşmeyi örseleyen vesayetçi düzenin yerini tam demokrasiye bırakması da devletin merkezinin bu dönüşümü yaşaması gerektiğini gösteriyor.
16 Nisan referandumu, siyasetin ve devletin merkezinin ideolojik saplantılardan ve demokrasi-dışı odakların tasallutundan temizlenerek daha ileri bir demokratik standarda ulaşması açısından hayati derecede önemli olacaktır.
Buna karar verecek olan ise aziz milletimizdir.
AK Parti ve MHP’nin uzlaşı zemini tarihi bir fırsat ortaya çıkarmıştır ve inşallah milletin takdiriyle devletin demokratikleşmesi süreci hız kazanacaktır.